Türkiye’de çok ciddi bir başarının az öncesini yaşıyoruz. Yüz yıl öncesinde büyük zorluklar altında gerçekleştirilen bir devrimin var ettiği yurttaşlar olarak bizler, neredeyse yetmiş yılını karşıdevrim zihniyeti ile neoliberal politikaların kontrolünde geçirmiş bir ülkede çok kritik bir başarı anının bir an öncesindeyiz.
Son yıllarda düpedüz neofaşist bir zihniyetin yönetimi altında sürdürdüğümüz yaşamlarımızdan kurtulabilmek için önümüzdeki seçim büyük önem taşıyor. Bununla birlikte, şayet bu başarının nasılına odaklanmaz ve nasılını anlamaya çabalamazsak, pek bildik neoliberal pratikler farklı bir şekilde yeniden kaplayacaktır etrafımızı.
Kuşkusuz çağdaş varoluşlarımız içinde başarı en göz kamaştırıcı olgulardan biridir. Başarılı olan her şeye karşı yaşanan bir kamaşmadır bu; başarılmış her şeye karşı. Bununla birlikte başarıya nasıl ulaşıldığına ilişkin öykü çok az insanın ilgisini çeker günümüzde. Bu yüzden çağdaş insanların büyük çoğunluğu başarılan şeyi derhal görür ve derhal onun yanında, yakınında yer almak ister, ancak nasıl başarıldığını anlama çabasını pek az insan gösterir. Neoliberal dünyanın bir marifetidir bu; dikkatler neyi başardığınıza odaklanır, nasıl başardığınıza değil.
Ancak artık neyi başardığımıza değil nasıl başardığımıza odaklanma vakti. Artık değişimi başarma vakti…
Değişim anları bireyler için olduğu kadar toplumlar için de kritik anlardır. Son günlerimizde aşırı muhafazakâr zihinlerin sık sık vurguladığının aksine değişim, bir şeyin yok edilip yerine yeni bir şeyin geçmesi demek değil, zaten varolan bir şeyin başka bir şekilde varolmaya geçmesi demektir. Şu hâlde toplumsal bir değişim de zaten varolan bir toplumun varlığını başka bir şekilde sürdürmeye geçmesini ifade eder.
Toplumsal değişimlerin gerçekleşmesi ve/veya gerçekleştirilmesi için kuşkusuz birçok bileşenden söz etmek gerekir. Ancak yine de tüm bu bileşenleri dört ana başlıkta toplamak mümkündür.
Bunlardan başlıklardan ilki, kültürel dokunun yenilenerek inşasını içerir. Kültürel dokunun yenilebilmesi için yurttaşların entelektüel bilgi, birikim ve duyarlılıklarının artırılması gerekir; bu da doğrudan eğitim organizasyonunun verimli, keyifli ve şen bir şekilde gerçekleştirilebilmesiyle sağlanabilir. Değişimin bu başlıktaki bileşenleri kısa vadeli değil uzun vadeli sonuçlar üretir. Bu bakımdan eğitim, değişimi bir bütün olarak başarmak ve bu başarıyı güvence altına almak bakımından en başta, sonuçları bakımından en sonda yer alır. Kısacası başarının gelip geçici olmasını engellemede ve değişimin sürdürülebilir olmasını sağlamada en başat unsurdur eğitim.
İkincisi ise yurttaşlar arasındaki ilişkilenme biçimlerinin düzenlenmesi, yani hukuksal zeminin güvence altına alınmasıdır. Bunun için bir arada, birlikte yaşamanın en elverişli yolu olan yasallık zemininin tüm kurumlarda tesis edilmesi ve bu şekilde tüm kurumların yasallık zemininde hareket etmesi sağlanmalıdır. Burada sözü edilen şey, yasaların doğruluğu ya da yanlışlığı değil, yasallık zemininin önceliği ve vazgeçilmezliğidir.
Üçüncüsü yönetim organizasyonunun liyakat üzerinden yapılandırılmasını gerektirir. Bu organizasyon çok basit bir şekilde, yetkin kimselerin yetkili olmasıyla sağlanır. Dolayısıyla yeterli sayıda yetkin kimse bulunduğunda bunu sağlamak sadece bir an meselesidir. Bu noktada değişimin başlangıç göstergeleri ilk olarak bu başlıktaki bileşenlerde gerçekleştirilmeli ve gösterilmelidir.
Ve son olarak dördüncüsü yurttaşların yaşam alanlarının ve yaşam seçeneklerinin yenilenerek düzenlenmesine işaret eder. Bu tüm başlıklar içindeki en kritik olanıdır. Çünkü bizzat yasaların düzenlenmesini ya da yeniden var edilmesini ifade eder. Türkiye özelinde bunun yolu meclisin yeniden aktive edilmesi ve bizzat etimolojik kökeninde konuşmaya, yani iletişime gönderme yapan parlamentonun ve parlamenter ilişkilenmelerin yeniden çok güçlü bir şekilde tesis edilmesiyle sağlanır.
—/—
Toplumsal sözleşme, birey ve toplum arasındaki karşılıklı bir taahhüttür ve burada taahhüt belirsiz ve güvencesiz bir geleceğe karşı alınan önlemleri ifade eder. Filozofların son zamanlarda yeniden sıklıkla vurguladığı gibi, bir toplumun varoluşunu ve geleceğini güvenceye alan şey, söz konusu toplumun ender durumlara karşı ne denli hazırlıklı olduğuyla belirlenir. Nitekim bu yapılmadığında neler olabileceğini son depremlerde yaşadıklarımız en acı şekilde serdi gözlerimizin önüne.
Açıktır ki, Türkiye olarak birçok şeyi yeniden, adeta en baştan kurmamız gereken bir sürece giriyoruz şimdi. Görünen o ki, şu anımızda her şeyden önce yurttaşlık bilincinin yeniden tesis edilmesini sağlamamız gerekiyor. Şunu hatırlatmakta fayda var: yurttaşlık bilincinin en başat ölçütü, bir toplum olarak bir arada, birlikte yaşama sayesinde nelerin kazanılabileceği ile bu yapılmadığında nelerin kaybedilebileceğine ilişkin öngörülerin doğruluk düzeyidir. Ülke olarak bunu yapmadığımızda neleri kaybettiğimizi fazlasıyla görmüş bir haldeyiz artık. Bu noktada, dayanışmanın, bilhassa toplumsal dayanışmanın önemine ne denli vurgu yapılsa azdır. Çünkü yurttaşlar arasındaki ilişkilenmelerin çeşitliliği ve zenginliğiyle gelişen dayanışma, her bir yurttaşı kapsayan ortak bir motivasyon sağlandığında güçlenir. İşte şimdi, tam da buna ihtiyacımız var.
Bilindiği gibi, bir insan yaşamının en başat motivasyonu anlam üretimidir. Anlamsız bir hayat çekilmezdir, dayanılmazdır ve yaşanamazdır. Bu noktada, özel yaşam alanlarının anlam üretimi için en elverişsiz topraklar olduğunu ve bir kişi için anlam üreten toprakların büyük çoğunluğunun toplumsal alanlar üzerinde bulunduğunu asla unutmamalıyız. Şöyle denebilir: varoluş ufkumuz mikro yaşam alanlarının ötesine ne denli geçebilirse o denli anlam erişimleri elde ederiz. Basit bir dille ifade etmek gerekirse, kendimizi birisinin çocuğu, kardeşi, sevgilisi, eşi, dostu olarak duyumsamaktan öte bir ekibin üyesi, bir ülkenin yurttaşı, nihayetinde insanlık tarihinin, canlılığın ve hatta evrenin bir parçası olarak duyumsadığımız ölçüde anlamlı bir hayat yaşarız. İşte bu yüzden bir toplum, bir birey için çok önemlidir. Çünkü bireyin perspektifinden içinde dünyaya geldiği toplum dolaysız bir şekilde bir geçmişe sahiptir ve koşulsuz bir şekilde tarihselliği talep eden anlam, tarihsel derinlik ölçüsünde yeşerip gelişir, çeşitlenir çiçeklenir. Bu bakımdan bir birey için var edilen değil zaten varolan yapılar olan toplumlar, bireylere kişisel anlam üretimini sağlamak için gerekli olan tarihsellik zeminini güçlü bir şekilde sağlar. Nitekim toplumlar bu zemini sağlamadığında toplumsal çözülme ve dağılmalar ortaya çıkar; tarihsellik (historisizm) yerine tarihsiciliği (historizm) yerleştirmeye çalışan neofaşizm ve neoliberalizm gibi söylemlerin bunu ne şekilde yaptığını ülke olarak bizzat yaşadığımız yılların sonuna yaklaşıyoruz şimdi.
Toplumlar ancak ve ancak anlam ürettiği ölçüde kendisini oluşturan yurttaşlar tarafından yaşamın temel dayanak noktası olma özelliği gösterirler. Bu yüzden toplumsal çözülmeler, kültürel yozlaşmalar, birey düzeyindeki kişiliksizleşme ve ikiyüzlülükler tam da bu anlam üretiminin olmadığı zamanlarda ortaya çıkar. Ve aynı şekilde bir birey de toplumsal anlam üretimlerinin içinde bulunduğu ölçüde bir yurttaş olarak duyumsar kendini. Bir toplum da doğru bir organizasyonla doğru bir şekilde yönetildiği ölçüde kendini var eden yurttaşların toplumsal anlam üretimlerine dahil olmasını sağlar. Bir başka ifadeyle bir birey, toplumun anlam üretimlerine ne denli kişisel katkıda bulunursa o denli yurttaş olur ve bir toplum da yurttaşlarının bir arada, birlikte varolmasını ne denli sağlarsa o denli anlam üretir ve gelişir.
Pek çok üretim esasının aksine anlam, toplumsal alan içinde birkaç görevin tekrar tekrar eksiksiz bir şekilde yerine getirilmesinin ötesine geçtiğinde ortaya çıkan şeydir. Bu yüzden anlam üretimi için alınması gereken inisiyatifler ve üstlenilmesi gereken sorumluluklar söz konusudur hep. Sözgelimi, bir işi sorumluluk üstlenerek ve inisiyatif alarak yerine getirdiğinizde ve işi yapma sürecinizde yeni bir şeyler öğrendiğinizde anlam üretmiş olursunuz. Ve nihayet bu yapıp etmelerinizin sonucunda kendi kişisel katkılarınızı gördüğünüz bir mimarinin içinde var olduğunuzu duyumsadığınızda bu anlamı büyütüp yeşertirsiniz. Bu şekilde yakın çevrenizden uzaklara doğru genişleyen anlam ufkunuz, sizi siz yapmaya başlayan özellikler haline gelir. Burada anlamı üreten şey neyi başardığınız değil nasıl başardığınızdır. Bir başka ifadeyle, mesele başarı sonrasında başarılan şeye dahil olmak değil, başarı öyküsünün içinde yer almaktır.
Artık ülke olarak yurttaş ve toplum ikilisinin ontik bir zorunluluk olarak karşılıklı ilişkiye gereksinim duyduğunu asla unutmamalıyız. Toplumlar yurttaşlar için yeterince anlam üretmediğinde, yurttaşlar özel alana aşırı yatırım yapmaya başlar. Günümüz dünyasının can alıcı sorunu da budur. Çünkü içinde yaşadığımız neoliberal dünyada toplumsal olarak bir anlam üretilmez, bunun yerine anlamsız hayatlar paradoksal bir şekilde bitmek bilmeyen günlük ve gelip geçici etkinliklerle ikame edilmeye çalışılır. Neoliberal söylemlerin bir öykünün içinde olmayı değil de durmaksızın yeni bir öyküye başlamayı salık vermesinin sebebi de budur. Gelgelelim bu ontik olarak mümkün değildir. Çünkü tek bir yaşamımız vardır ve dolasıyla da tek bir yaşam öykümüz. Gelip geçici etkinlikler kesik kesik öyküler sağlayabilir elbette, ancak anlamlı bir öykü daima bütünlüğü ve kesiksizliği talep eder; bu yüzden söz konusu olan yeni bir hayata başlamak değil, sürmekte olan hayatımıza değişerek devam etmektir. Aksi durum hep aynı sonucu verir zira; psiko-sosyal açmazlara sürüklenip psikiyatrik tedavilerden anlam dilenen depresif yaşamlara. Oysa her birimiz biliriz ki, ilaçlarla anlamlı bir hayat yaşayamayız, zihnimizi ilaçlarla sağaltamayız! Ve ne denli cezbedici olursa olsun özel hayat adacıklardan derinlikli bir anlam çıkaramayız. Çünkü uygarlığın gelişim yolu özel hayatlarımıza göre resmi hayatlarımızı şekillendirmekten değil, resmi hayatlarımıza göre özel hayatlarımızı şekillendirmekten geçer. Şu halde, resmi hayatımızın en geniş mekânı olan meslek yaşamlarımıza odaklanmalı ve işimizi en iyi şekilde yapmaya çabalamalıyız. Bu sayede yurttaşların bir bölümünün diğer bölümünün bakış açısına göre hizalanması stratejileri üzerine kurulu neofaşist ve neoliberal dünyadan kurtulabilir ve 21. yüzyıl dünyasında örnek gösterilen ve örnek alınan bir toplum olabiliriz.
Bir kişi sarf ettiği emeklerinin karşılığını almadığında korku, aldığında ise güven duygusu hisseder. Ve güven duygusu, korku duygusu karşısında asla kaybetmez! Güvenin tesisi yurttaşların toplum için sarf ettiği emeklerinin her durumda haklı çıkarılmasıyla mümkündür. Ki değişimi başarmak da aynı şekilde, yani toplumsal yönetimin her durumda ve her koşulda güvenilir bir muhatap olarak kalması ve yurttaşların ve toplumun ürettikleri anlamların birbirleriyle uyum içinde olmasıyla sağlanır.
Seçim günü, her şeyden önce anlamlı bir hayatı seçin.
Bu yazı ilk olarak 14 Mayıs 2023’te politikyol.com haber sitesinde yayımlanmıştır.