Belli bir ortamda belli ilişkiler yumağına dâhil olarak, belli bir rolü üstlenme çabasıyla sürdürülen yaşamaların bedenlerini taşıyanlarca örgütlenen yapılar; belli bir mevki, kazanç ya da saygınlık elde etmek için kullanılan birer araçtan başka hiçbir şey değildir.
Korkarım, günümüz dünyasının yapısı da önemli ölçüde bundan ibarettir: insanların birçoğunun kendilerine sunulan senaryolar içindeki rollerini icra ederek yaşadıkları saçma-sapan hayatlar toplamının ortaya koyduğu bir mimari eser.
Her bir sorunun, beraberinde verilen seçenekler üzerine kurulan test sınavlarındaki gibi, her bir insanın yaşanan her durum karşısında seçenekleri de hazır bulduğu bir reçeteler dünyası.
***
Rasyonalizmin, bir marifetmiş gibi küçümsenerek bir kenara itildiği bu dünya, duygulanımların, edilgenliğin ve birtakım mistik inançların kolonları üzerinde yükselmeye çalışmakta. Gelgelelim, her irrasyonel (akıl-dışı) yapı gibi, bu yapı da önünde sonunda darmadağın olacak ve bir moloz yığınına dönüşecektir. Ancak, yaşanan bu esasın en can alıcı noktası da buradadır. Çünkü bir yapı darmadağın olurken, yani yıkılırken, yalnız kendini değil, içinde barınanları da yok eder. Dahası onun çevresinde bulunan, yanından geçen, ara sıra orada birilerini ziyaret eden insanları da etkiler bu yıkım. Ve böylece, olan, şöyle ya da böyle, herkese olur.
***
Şu fikir, son zamanlarda sıklıkla dile getirilen ve adeta bazı insanların (ki bu insanların sayıları hiç de azımsanmayacak bir düzeye ulaşmış durumdadır artık) hiçbir şey yapmadan, “bedava” bir entelektüel donanım sahibi olmasını sağlayan(!) kulak kültürü sayesinde giderek yaygınlaşıyor:
“Artık sistem denen şey, kendi iktidarını koruma birimleri kadar, kendi iktidarını yok edebilecek muhalifleri de yönlendirme gücüne sahiptir.”
Ne muazzam bir fikir ama! Yaşanan esası her durum ve koşulda “kötüler”in kazandığı bir oyuna indirgeyen, böylece tüm yükümlüklerin kendinde olduğu varoluşsal yazgı üzerine kurulan hayatın esasını inkâr etme yoluna giden insanların muhteşem kaçış noktası!
Riyakârlığı bir yaşama biçimi olarak kabul etmenin, yalanın, ahlaksızlığın, cehaletin, düzenbazlığın örtbas edilivermesi için; yaptığıyla kendini, düşündüğüyle kendini, konuştuğuyla kendini ayırarak, kendini paramparça ederek, yaşamını sanki bir başkası yaşıyormuş gibi davranmanın getirdiği kişiliksizlik halleri!
***
Şu bir esastır ki, tüm riyakârlıkların ya da ahlaksızlıkların inşası, kesin olanı inkâr etmekle başlayıp, her şeyin göreli bir zemin üzerine oturtulabileceği ve paradoksal bir biçimde herkesin, her durumda, hep beraber haklı olabileceği bir zemin araştırmasıyla devam eder. Ve her seferinde, böyle bir zemin bulunamadığından, yapılmak istenen yapı, olur olmaz bir zeminin üzerine yapılıverir. Ve tabi ki, yapılan bu yapılar her seferinde kendi kendine yıkılır. Ve fakat buna rağmen, her seferinde yine aynı inşa (yalan ve riya) yeniden yapılmak istenir… yeniden yapılır… yeniden kendi kendine…
***
Şu sorulabilir:
“Peki, neden böyle oluyor. Bu aptalca kısırdöngü dışında neden hiçbir şey olmuyor?”
Çoklukla yapıldığı gibi, bu soru da yanıtını önüne alan tüm sorular gibi bir hak ihlalinden başka bir şey değildir. Çünkü böyle bir soru türü, yalnızca söz konusu kısırdöngünün içinde olmayı seçen ve ilerisi için de bu kısırdöngünün içinden hiç çıkmak istemeyen birisi tarafından sorulabilir ancak. Ve böyle bir soruyu soran kişinin soruyu sormadan önce bildiği yanıt da çok açıktır:
“Tabii ki ’benim’ yüzümden!”
***
Sonuç olarak, devlet, parti vs gibi kurumları ya da sistem, kapitalizm vs gibi yapıları ete kemiğe bürünmüş birer canlı gibi, dahası belli bir kişiliği ve duruşu olan birer insan gibi algılama hali, disiplinli bir düşünme edimini (yani mantıksal ilişkileri gözeterek düşünmeyi) gerçekleştirmek yerine, önünüze sunulan bir takım reçetelerden birini alarak harfiyen onu uyguladığınızı gösterir. Ve hayat denen esasın en hassas noktası da budur. Çünkü reçetelere başvurmak zorunda oluşunuz, sağlığınızın bozulduğuna işaret eder. Ve unutmamak gerekir ki, varoluşsal bir hastalık için fiziksel bir hastalık gibi başvurabileceğiniz bir doktor yoktur. Ya da, başvurup da doktor olduğunu sandıklarınız, sizin gibi aynı hastalığı taşıyanlardan başkası değildir.
Bu yazı ilk olarak 21 Mart 2011 tarihli Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır.