Geçmişi yaşanan ânın bir mirasına, geleceği ise umutların gerçekleşeceği bir düş âlemine hapsetmek üzerine kurulu olan “bölümlenmiş zaman algısı”nın epey bir yaygınlık kazandığı bir çağı yaşadığımız söylenebilir.
Kuşkusuz bu algının yerleşmesinde en büyük payın, politik arenanın tanınmış yüzleri tarafından yapılan, yani devlet adamları, başkanlar, başbakanlar, bakanlar vs gibi statüler içinde yaşamlarını sürdüren insanların, bir başka deyişle, tüm dünyada ve tüm insanlarca birlikte yaşanan hayatı, sanki kendi dudaklarından çıkan birkaç cümleyle biçimlendirdiklerini sanan ya da kendi aralarında imzaladıkları bir takım belgelerle ülkeler ve dahası kişiler arası ilişkilere belli bir yön vermeye kalkan insanların, kısacası “büyük insanlar”ın yaptıkları yoğun
propagandalardan ibaret olduğunu belirtmek gerekir. Fakat, bu propagandaların tüm etkililiğine rağmen, yaşanan hakikat, asla bu “büyük insanlar”ın talep ve istemleri doğrultusunda şekillenmez. Ortada birlikte-bulunulan, olunan bir hayat, ve dünya söz konusu olduğundan, ve bu düzlemde, politik değil ontolojik bir alan esas olduğundan, bilinen sıradan tarih, ya da felsefenin içinde ayrı bir yeri olan büyük harfli Tarih, veyahut ismine her ne derseniz deyin, olup-biten her şey, zorunlu bir ontolojik “yasa” gereği, olup-biten her şeyle birlikte sürüp gitmeye devam eder. İşte bu yüzden, sürüp-giden bu akışı kavrayabilmek, ve bu sürüp-gidişin içinde olunduğunun, dahası sürüp-gidişle birlikte yaşanıldığının ayırdına varabilmek için, belki de ilk yapılması gereken şey, “miyop ve ürkek açıklamalardan” kaçınmaktır(s.8). Ki, miyop olunduğu sürece uzağı görmek, ürkek olunduğu sürece ise, bilgiyle, “episteme”yle bir ilişki içine girebilmek mümkün değildir. Bu doğrultuda, Fransız filozof Jean-Luc Nancy, Demokrasinin Hakikati adlı yazısında, 68 Mayısı’nın bıraktığı mirasın reddi ya da kabulü yönündeki açıklamalara dair net bir tavır sergiliyor:
“Miras yoktur. Vefat vuku bulmamıştır. Ruh, nefes almayı kesmemiştir.”(s.11)
***
Geçtiğimiz günlerde, Türkçeye Murat Erşen tarafından çevrilen ve yanılmıyorsam, yayım hayatlarını sürdürdükleri dergilerinin yanında bir yayınevi olarak Monokl’un ilk kitabı olan Demokrasinin Hakikati adlı eserde, birçok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de giderek kutsallaştırılan, iyice kanıksanmış olduğu şekliyle “olması gereken olduğu halde” neden birçok açmazı ve sorunsalı bünyesinde taşıdığı bir türlü “anlaşılamayan”, ve dahası her geçen zamanda yeni bir açmaz ve sorunsalla yaşamımızı çevreleyen “demokrasi”nin hakiki olanı üzerine yapılan kafa yormaların aksine, Nancy, doğrudan doğruya olanın hakikatine odaklanarak, felsefeyle hatırı sayılır düzeyde haşır neşir olmayan insanlar için oldukça farklı bir bakış açısı sergiliyor. Açıkçası bu odaklanma hali, Türkiye özelinde pek yabancısı olduğumuz bir durumdur. Bu nedenle, Nancy’yi okuyabilmek için, bir yerlerde bir hakikatin olduğu ve bu hakikatin belli bir çabayla bulunabileceğini varsayıp, kendince bir hakikat yaratmak dışında hiçbir sonuca ulaşılmayan düşünme alışkanlıklarının derhal terk edilmesi gerekmektedir. Çünkü filozof, daha açık bir şekilde bir kez daha vurgulamak gerekirse, hakiki bir demokrasinin sorgulamasını ya da ne olması gerektiğini değil, bizzat yaşanan ve yaşanmakta olan bir şey olarak demokrasinin hakikatini sorgulamaktadır.
Peki, bu hakikat nedir? Her seçim gününde, oy pusulasının üzerinde yer alan amblemlerden birine bir damga basılarak oynanan bir oyun olmak dışında, bizzat yaşanan ve yaşanagelen bir olgu olarak demokrasiyle olan bağımız nedir? Bu, Eski Yunan’dan kalma “demos” sözcüğünden ötürü “halk” olarak bellediğimiz, ve onun iktidarına işaret eden, uzun süredir birlikte-yaşama-biçimi olarak zihnimize “en olması gereken” olarak kazınmaya çalışılan, ve de “olması gereken bir olan” olarak olmaya devam eden bu demokrasinin içinde nefes alışverişlerimizi sürdürürken, yaşamımıza katılan ve yaşamımıza kattığımız şeyler nelerdir? Öte yandan, “en olması gereken olması”na rağmen, “68” ve benzeri gibi “ne bir devrim, ne de bir reformlar hareketi”, ve de “ne bir protesto, ne bir isyan, ne de bir başkaldırı” olan, gelip geçmiş, yaşanıp bitmiş değil de, hâlâ canlılığını koruyan, nefes almaya devam eden “hareketler” in ya da eylemelerin bu yaşanan demokrasi hakikati içindeki manası nedir? (s.12)
İşte, Nancy’nin bu küçük çaplı kitabında, tüm bu sorulara karşı büyük bir giriş söz konusu. (Devam edecek)
Referans:
Nancy, Jean-Luc; Demokrasinin Hakikati; çev. Murat Erşen; Monokl yayınları, 2010, İstanbul. Kitabın içinde ayrıca, 28 Ekim 2010’da İstanbul’da gerçekleştirilen, Demokrasi Fikri adlı konferansta filozofun sunduğu, “İle-Olmak ve Demokrasi” adlı metnin Atakan Karakış tarafından yapılmış çevirisi de bulunmaktadır.
Bu yazı ilk olarak 8 Kasım 2010 tarihli Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır.