Perşembe, Ekim 23, 2025
Köşe yazısı

Kenarlık insanları


Giderek yaygınlaşan tehdit ve şiddet ortamı, yaşama ve yaşananlara karşı az biraz duyarlı olduğunu iddia eden insanların da maskelerini indirmeye başlıyor. Hepsinin birbirinden aynı şekilde şikâyet ettiği ve hepsinin de şikâyet dışında hiçbir şey etmediği bu insanlar, tehdit ve şiddet dozu arttığı oranda, kendilerini, kendi gibilerinden ayırmak için bambaşka teslimiyet stratejileri bulmaya çalışıyorlar. Bugüne dek, kişiliksizliklerini, içinde bulundukları yaşam alanı içinde başkalarından gizleme yolunda büyük başarılar elde etmiş olmanın verdiği cesaretle, somut olarak karşı karşıya kaldıkları açık tehdit ve şiddet karşısında, kusursuz bir korkaklıkla, nasıl teslim olabileceklerinin yollarını arıyorlar şimdilerde.

Hep içinde olduklarını iddia ettikleri, fakat hiçbir suretle müdahil olmadıkları savaşın, kendi mahallerine dek geldiğini fark eder etmez, paniklemiş bir varoluş sergilemeye başlayan bu insanlar, hazırlıksız bir biçimde, o hep kaçtıkları, kıyısında, köşesinde bulundukları yaşamın/yaşananların aslında onları da içine alan bir mahalde geçtiğini nihayet anladılar artık. Ve bu durumun böyleliğini anlar anlamaz, şimdiye dek nutuklar atıp, birilerini aşağılayıp, birilerini yüceltip içkilerini yudumladıkları sofralarından kalkma zahmetine katlanabildiler. Başlarına yer eden ağrının içkinin etkisinden değil de, sofrada oturdukları sürece kafalarına indirilen sopalardan kaynaklı olduğunu da kavrayabildiler böylece. Hafif bir sendelemeden sonra, o malum düşmanın ne denli güçlü ve görkemli bir cüssesinin olduğunu ve elinde bulundurduğu silahın da kimlerin canına göz diktiğini de görebildiler nihayet. Daha öncelerden, öncelikle bu düşmanın sunduğu esaret yaşamını kurnaz bir biçimde kabullenerek, bu riyakârlıkla zaman içinde giderek yükselen mevkileri zapt edip, düşmanı düşmanın silahıyla vurma stratejisinin, aslında bizzat düşmanın safına geçmek olduğunu çoktandır biliyorlardı zaten. Fakat şimdi anladılar ki, düşman hiçbir zaman onları kendi saflarına kabul etmeyecek. Ve böylece riyalarıyla elde edeceklerini sandıkları konforlara asla ulaşamayacaklar. İçinde bulunulan somut durum karşısında hiçbir duruş sergileme cesaretini gösteremediklerinden, layık oldukları şekilde, düşmanın karşısında duran direniş safına da kabul edilmeyecekler elbet. Kuşkusuz ki, kendi kariyerleri ve menfi çıkarları için sözde zekâ üstünlükleriyle kullandıklarını sandıkları iki tarafın da, kendilerinden ne denli daha zeki olduklarını da anlayacaklar bir gün. Çünkü zekâ, öncelikle nerede durduğunun bilincinde olmayı gerektirir ve nerede olduğunun bilincinde olabilmek için de dürüstlük olmazsa olmazdır. Ki bu sebepten, riyakâr bir varoluş tarzının içinde zekâ yer edemez asla.

***

Şu asla ıskalanmaması gereken bir ilkedir: Fikirleri edinme tarzımız, onları yaşama tarzımızı da belirler. Yaşamı ve yaşananları sözcüklerin penceresinden anlamaya çalışmak, klimalı odanızdan, dışarıda kendini gösteren kışın şiddetini, pencereden gördüğünüz görüntülerle anlamaya çalışmaya benzer. Ki bu, aptalca bir eylemdir. Bu yüzden, yaşamın ve yaşananların orasında burasında yer alıp, her somut olay karşısında ayakta kalabileceği bir köşe bucak arayan insanların –“ara yer insanları”nın– fikirleri, ne denli doğru sözcüklerle doğru bir biçimde kurulan cümlelerden ibaret olursa olsun, yalandır! Bizim coğrafyamızda pek sık rastlanan içki sofralarının aydın karakterleri de bu anlamda tam bir ara yer insanıdır. Yaşanan her olayda, kendine bir izleyici koltuğu edinip, olan bitene bakarak, bir takım fikirleri savunmak veya yermek gayretine düşen bu insanlar, müdahil olmadıkları yaşamın, savaşın sözcükler ve cümlelerle oynanan basit bir oyun olduğunu sanırlar. Fakat orta yerde seyreden yaşamın ve savaşın şiddeti elbette günü geldiğinde köşe bucaklara da sirayet ederek tüm izleyici koltuklarının da yerle bir olmasına sebep verecektir. Bunu göremeyecek kadar kör bir yaşamın bedenini taşımaktan daha vahim ne olabilir ki?

Gelgelelim vahamet onlar için asla gerçek gözlüğü takmalarına olanak veren bir dönüm noktası değil, gözlerini daha bir bağlayıp, mümkünse tüm duyularını yok ederek hiç kimsenin bulamayacağı bir kuytu köşe aramalarına sebep verir. Korkaklıkları, bu noktada öylesine gün yüzüne çıkmıştır ki, en aşağılık pazarlıkları bile açık seçik yapar hale bile gelirler. Yaşamın gerçeğiyle yüzleştiklerinden ve yaşananların kıyısında değil de içinde olduklarını fark ettiklerinden ve şimdiye kadar ki varoluşlarının onları iğrenç bir ölüm dışında hiçbir şeye sürüklemediğini anladıklarından ötürü, bir köle gibi (bütün köleler korkaktır, nitekim korkmayanlar köle olarak yaşamaya devam edemez) yaşamın sahiplerinden türlü türlü yaşam dilenirler. Kimileri için bir sevgi dilenciliğidir bu, kimileri için bir iş, kimileri için bir barınak, kimileri için bir isim, kimileri için bir statü…

***

Geometrik bir şeklin kenarlarını tümüyle kateden bir insanın, şeklin ortasındaki boşluğu kavraması için ayağının kayması gerekir.


Bu yazı ilk olarak 11 Eylül 2010 tarihli Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır.