Perşembe, Ekim 23, 2025
Köşe yazısı

Etnik varoluşlar ya da kimlik dilenciliği


Bir şey olmaktan daha huzur verici hiçbir şey yoktur. Çünkü olmak demek, zamanın meçhul akışından kurtulup, bir tanrı gibi kusursuz bir şimdinin içine yerleşmek demektir. Her şey durulur. Ne geçmişin sizi bugününüze getiren çalkantılı anıları, ne de önünüzde duran geleceğin verdiği tedirginlik başınızı ağrıtmaz artık. Ne de olsa bir şey olmayı başarmış, ve bundan böyle olmaya çabalama derdinden tümüyle arınmışsınızdır. Tabii burada sözünü ettiğim, bir yapıp-etme sonrasında gerçeklenen bir şey olma durumu. Yani, içine yerleştiğiniz kusursuz şimdinin monotonluğuna rağmen, bir ara yaşadığınız, kendinize ait bir zaman içinde bulunmuşluğunuz var yine de. Bu yüzden, hiç olmazsa, bir geçmişin çalkantılı anılarına ve bir geleceğin tedirgin ediciliğine tanık olduğunuz bu deneyim dünyanızla avunabilir, içine hapsolduğunuz bıktırıcı huzurun çemberini yarıp, zihninizde geçici zamansallıklar oluşturabilirsiniz.

Peki, ama ya bir şey olarak gelmişseniz dünyaya? Zaten daha en baştan olmuş bir şeyseniz. Yani hiçbir şekilde bir zamanın içinde bulunulmamışsa, geçmişe, geleceğe dair hiçbir şey yaşanmamışsa, hep bir şimdide tıkılı kalınmışsa, nasıl bir donukluk, nasıl bir kuruluktur yaşanan? “Yok, canım, daha neler, böyle bir durum yoktur” deyip geçmeyin hemen. Gitgide yaygınlaşan bir varolma halini alıyor böyle durumlar. Hem de ateşli ateşli tartışmalara konu olacak denli her yöreyi kaplamaya başlıyorlar. Etrafınıza bir bakın, ortalık Türk olmuşlarla,  Kürt olmuşlarla, Ermeni olmuşlarla dolup taşıyor gün be gün. Hepsi de doğuştan oluvermişler öyle. Hep bir şey olarak geçirmişler hayatlarını. Hep bir şimdi de yaşamışlar. Hiç geçmişleri olmamış. Hiç gelecekten tedirgin olmamışlar. Tek tek değil de, bir bütün olarak varmış onlar. Bir grupmuşlar, bir halkmışlar. Tarihleri varmış, dilleri varmış. Kimi halklar eziliyormuş hep, kimi halklar eziyormuş. Ne de olsa, ne bir geçmiş ne bir gelecek olmadığından, kimileri kötü olanlardanmış, kimileri iyi…

***

Bu safsatanın vardığı noktayı insanlık 20. yüzyılın ikinci çeyreğinin sonlarında çok acı bir şekilde yaşadı. Ama hâlâ, birileri bir şey olmuş olmakta, zamandan kopmakta ısrar ediyor. Etnik varoluşlar, ondan içene tanrısal bir huzur sağlayan birer ilaçmış gibi bedavaya dağıtılıyor. Ve bizzat kendi emekleriyle hiçbir şey olamamış kişiliksizler güruhunun üyeleri, gözlerini kırpmadan bu ilacı içiveriyorlar. Muhakkak duymuşsunuzdur, ezilen ve ezen halklardan söz edildiğini. Ve muhakkak biliyorsunuzdur, gerçekte, halkların değil de, tek tek insanların ezildiğini. Muhakkak yaşamışsınızdır, sizi doğuştan üzerinize yapıştırılan adla, Türk olmakla, Kürt olmakla tanımladıklarına. Oysa kişisel tarihinizin içinde hiçbir yeri yoktur bunun. Bizzat bir insan teki olarak, evet, eziliyor ya da eziyor olabilirsiniz. Ama, eziyor olduğunuz için, ezme durumunuzu, bir zamanların aristokratları gibi soyunuzun sopunuzun size armağan ettiği bir hakmış gibi görüyorsanız, bu alçak ve ikiyüzlü, kişiliksiz bir insan teki olmanız dışında hiçbir anlam ifade etmez. Ve aynı şekilde, eziliyor olduğunuz için, ezilme durumunuzu, sırf soyunuz sopunuzdan ötürü size yapılan bir haksızlıkmış gibi değerlendirmek de sizi alçak ve ikiyüzlü, sinik bir insan teki yapmak dışında hiçbir anlam ifade etmez. Ezmenin ya da ezilmenin soyla sopla ancak ikincil derecede bir ilişkiye sahip olduğu kati bir gerçektir çünkü. Ama insanlık olarak, gerçeklerle yaşamanın ne denli zor olsa da, tek kurtuluş yolu olduğunu gün geçtikçe daha çok kavramaya itilmemize karşın, gerçeklerden elini ayağını çekip yaşamak daha bir yaygınlaşıyor. Fakat bu gerilimli çelişki hattı bir yerde kırılmak durumundadır. Dahası tek tek insanlar olarak bu hattı kırmak da gerekir. Şunları düşünmek, idrak etmek hiç de zor değil elbette: Hitler’in, en az tek tek Yahudiler kadar başka birçok insan tekini de katlettiği bir gerçektir. Ancak, kendini bir Yahudi olarak adlandıran her insan teki, bu gerçeği süratle inkâr ediverir hemen. Ve olan bitene böyle bakmanın tanrısal huzuruyla, aradan daha beş on yıl geçmeden, Filistin’deki insan teklerine karşı, Yahudi adıyla yapılan katliamı, katliamdan saymayıverir. Yaşadığımız coğrafyada da farklı bir algı yaşanmıyor ne yazık ki. Bir yanda, elinin altındaki bilmem ne kadar ırgatı nasıl ve ne şekilde çalıştırdığı ve o ırgat adı verilen insan teklerinin yaşamında nasıl bir zulüm kaynağı olduğu pek açık seçik olan kimseler, her Kürt tekine tanrısal bir huzur getirmek için çaba sarf ediyor. Diğer yanda ise,  ırgat sahiplerinden pek de bir farkı olmayan kimseler, bu durumun Türk teklerinin tanrısal huzurlarını bozacağını öne sürerek, karşı tarafın emellerinin önüne geçmek istiyorlar. Zaten hep de böyle olmuştur tarihin acı dönemlerinin başlangıcı. İnsan tekleri unutulup, ne idüğü belirsiz “tekler” kaplayıvermiştir ortalığı önce, ve sonra…  Sonra bir taraf kazanmış öbür taraf kaybetmiştir sözde ve kazanan tarafın tanrısal huzuru kaplamıştır etrafı. Bununla birlikte ırgatlar yine ırgat olmaya, ezenler yine ezen olmaya, ezilenler yine ezilen olmaya devam edip gitmiştir. ve bir sonraki sefere, yine her şeyin bu şekilde sürüp gitmesi için yepyeni, fakat eskisinin aynısı olan kimlik inşaatına bir kez daha başlanmıştır.

***

Bir şey olmak, hele hele doğar doğmaz bir şey olmak kuşkusuz ki her insan teki için kaçınılmaz bir yazgıdır. Fakat, olunan bu şeyi, bir kimlik olarak üzerinde taşımak, tamamen her insan tekinin bizzat kendine bakan bir durumdur. Ve elbette, bir şey olmanın tanrısal bir huzuru beraberinde getirmesi birçok insan tekinin, bedavaya dağıtılan bu kimlikleri benimsemesine bir anlam verebilir. Diyebilirler ki, “Huzurlu olmak için, bunu seçiyorum.” Gelgelelim burada sözü edilen şey, huzur ya da insan teklerinin huzuru değil tanrısal bir huzurdur. Ve bilinmesi gerekir ki, bütün tanrıların eninde sonunda insanlarla konuşmak istemesi boşuna değildir; çünkü tanrısal bir huzur tanrıları bile bezdirir. Bu sebepten böyle bir huzurun insan teklerine ne yapacağını tanrılar bile bilemez.

Üzerinde bedavaya alınmış bir kimliği taşıma durumu, üzerine her tür fikrin yamanabileceği bir bohçayla yaşamak demektir. Sürekli yamamayla gerçeklenen bir hayatın nelere dönüşebileceğini kestirmekse çok güçtür. Çünkü öncesiz ve sonrasız, zamansız bir yaşama biçimidir bu. Yani iğne ve iplikle ilmek ilmek bir hayat oluşturmaktansa, gerçekliği ve samimiyeti bir kenara bırakıp, bir aidiyet duygusunun, ve bu aidiyet duygusunun getirdiği bedava kanlı haklılıkların saçmalığında yaşayıp gitmek biçimi. Daha hayata başlar başlamaz, kendini değil sözde düşmanlarını tanımaya kalkmak demektir bu. Bu yüzden de kendini hiç tanımadan, dahası kendine dair hiçbir eser oluşturmadan bu dünyadan geçip gitmek demektir.

Bilinmelidir ki, bir insan teki olarak yaşamak dışında seçilen her yaşama biçimi, kişiliksizlikler güruhunun bir üyesi olmaktan öte hiçbir sonuç vermez. Ve unutulmamalıdır ki, insan teklerinin yaşamına bizzat insan tekleri tarafından yapılan en radikal müdahale olan felsefenin, soyunu sopunu, ırkını, halkını, düşmanını vesaireyi değil de kendini bilmeyi en başa alması çok büyük bir önem arz eder.


Bu yazı ilk kez 16 Kasım 2009 tarihli Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır.