Epirus Kralı Pyrrhus, danışmanı Cinéas’a hayallerini anlatmaktadır:
— Önce Yunanistan’a baş eğdireceğim.
— Sonra? diye sorar Cinéas.
— Sonra, Afrika’ya el atacağım.
— Sonra?
— Asya’ya geçeceğim. Anadolu’yu, Arabistan’ı alacağım.
— Daha sonra?
— Hindistan’a kadar gideceğim.
— Peki, daha sonra?
Nihayet soluklanıp, derin bir ah çeker kral Pyrrhus ve;
— Sonra mı? der, sonra dinleneceğim artık!
Bunun üzerine Cinéas, bilgelere yakışır bir cevap verir:
— Niçin; niçin şimdiden dinlenmiyorsunuz o halde!
***
Cinéas haklı. Bir şeye başlandı mı, o şeyin sonunun getirilmesi gerekir. Ve elbet bundan daha önce başlanan şeyin bir sonunun olması gerekir. Yani bir hedefinizin olması gerekir. Öyle ki, başladığınız şey sonunda o hedefe ulaşmayı arzu edersiniz; ve başlayıp gerekli yolları katettikten sonra ulaştığınız hedefe tatmin olabilesiniz. Aksi takdirde Pyrrhus gibi, başladığınız şeyin bir sonu yoksa, yani hedefsizseniz ya da sadece sözde bir hedef için boş yere yol katetmeye başlamak niyetindeyseniz, Cinéas gibi birinin alay konusu olmaktan öteye geçemezsiniz.
Hayallerin peşinden koşmanın bu denli pohpohlandığı ve teşvik edildiği bir çağın içindeki sıradan insanlar için oldukça can sıkıcı bir hikâyedir bu. Daima, sorgulamayı ve esası ön plana alan Cinéas’ın tavrı, bu tür insanları canından bezdirir. Onlara, ne yapmak istediklerini sorduğunuzda, muhakkak verecek bir yanıtları vardır; fakat o şeyi ne için yapmak istediklerini sorduğunuzda, ancak yapmak istedikleri şeyden sonra yapacakları yeni bir şey söyleyebilirler size. Ve şayet Cinéas gibi, soruyu bezdirici bir şekilde yinelerseniz, neticede anlamsız, boş bir sonuç çıkar karşınıza: dinlenmek için; mutlu olmak için… vs.
Esası ıskalayan her yaşama tavrı aynı açmazın içinde çırpınır durur. Bu insanlar sürekli, “Önce şunu, daha sonra şunu, daha sonra şunu, daha sonra… vs yapacağım” der dururlar. Elbette, bu sonu gelmez “daha sonra”lardan bıkıp şöyle dersiniz bu insanlara: “Eee, en sonunda ne yapacaksın peki?” Öylece kalakalırlar bu soru karşısında; bir an durup, ellerini alınlarında gezdirerek, “En sonunda mı, ne bileyim ondan sonra da bir şey yapacağım işte?” derler. Siz biraz daha üsteleyip, “Peki ama ne için tüm bu yapıp etmeler?” diye sormaya yeltenirseniz şayet, sohbetiniz oldukça tatsız bir duruma mahal verebilir, ve olasılıkla saçma sapan bir kavgayla sonlanabilir. Çünkü can damarlarına basmış durumdasınızdır. Yaptıkları şeylerin hiçbir anlamı yoktur çünkü. Çünkü, nihai noktaya odaklanmak, anlama odaklanmak demektir; anlamsa onların hayatında taşımaktan en nefret ettikleri şeydir.
***
Peki, esas nedir? Bir an için hayallerin peşinden koşmanın yeğlenebilir bir yaşama tavrı olduğunu varsayalım. Yani bu tavra peşinen bir değer verelim. Şu halde, bir kişinin hayallerinin peşinden koşabilmesi için ilk etapta iki şeye muktedir olması gerekir; 1. hayal edebilen biri olmak ve 2. koşabilen biri olmak.
Esasa doğru yol alabilmek için, ilkin hayal edebilen biri olmak için nelerin gerektiğine bakalım.
Hayal edebilmek için, sözü edilen şey edebilmeyi vurguladığına göre (yani hayal görmeyi hedeflemediğine göre) etkin bir duruş sahibi olmak gerekir. Etkin bir duruş sahibi olarak hayallerle uğraşabilmek için de, düşünebilmek gerekir, çünkü insan düşünerek hayallerini kurar. Düşünebilmek için de, nedenlere odaklanmak, gerekçelerle ilerlemek, kısacası daima bir niçin ve neden soruları üzerine kafa yormak gerekir. Görünen o ki, işin bu kadarlık kısmı bile oldukça meşakkatlidir. Ve öyle, hayallerinin peşinden koşmayı seven ya da bunu salık veren insanların sandığının aksine pek çoğunun yapmaya meyil edecekleri bir etkinlik değildir söz konusu olan. Çünkü onların, hayallerin peşinden koşmadan anladıkları şey, diledikleri her şeyin bir cin tarafından ayaklarının önüne serilmesinden başka bir şey değildir. Tıpkı, Pyrrhus’un, sözgelimi Asya’yı fethetmeyi değil de ona sahip olmuş olmayı istemesi gibi (çünkü neticede sadece dinlenmek istemektedir), bu durumdaki kişiler de, bir şeyi yapmayı değil de yapmış olmayı isterler ki, bu sebepten gerçekte yapmak istedikleri hiçbir şey yoktur. Ya da şöyle diyelim, dinlenmek dışında yapmak istedikleri hiçbir şey yoktur! Bir başka ifadeyle koskoca bir yanılsama dışında hiçbir şey yoktur. “Ben hele bir yapayım da, belki bir sonuç çıkar” diye davranmak saçma sapan bir tutumdur, ve nihayetinde Cinéas gibi birisinin alay konusu olmaktan öteye gidemeyecek olan bir tutumdur.
***
Koskocaman bir yanılsama. Hedefsiz olmak ama hedefi varmış gibi yaşamak. Bununla birlikte bu yanılsamanın bizim yaşadığımız çağ için anlaşılabilir bir tarafı vardır. Ne de olsa, sanayi ve tarım sektörlerinin belirleyiciliğinin yerini iletişim ve hizmet sektörlerinin belirleyiciliğinin aldığı bir çağın içinde yaşıyoruz artık. Bu da yaşadığımız hayata bir durağanlığın hâkim olmasına sebep veriyor. Her şey kendi etrafında dönmeye başladığından, kavramların ve anlamların içleri gün be gün boşaltılıyor. Her şey bir görüntüye, bir imaja indirgeniyor.
Artık yaşamımızın her anına hükmetmeye başlamış, görüntü bombardımanının içinde, her kavram televizyonlardan devşirilmekte, insanlar teknolojinin sağladığı bir rahatlık sayesinde herhangi bir şeyi derinlemesine düşünmemektedirler. Oysa Husserl’den beri biliyoruz ki, her bilincin bir şeyin bilinci olması gibi, insan her şeyi bir şey için yapar, amaçlanan ve hedeflenen bir şey muhakkak olmalıdır. Aksi bir durum, içi boş, anlamsız bir evren yaratır ki, bu evrenin içinde olmanın ya da olmamanın arasında hiçbir fark kalmaz.
Bu yazı ilk kez 27 Temmuz 2009 tarihli Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır.