İlkesel yaşama motivasyonlarının yerine pazarlanan iki temel bileşen olan konformizm ve kariyerizm, kişilikleriyle bir arada yaşayamayan insanların, kişiliksizlikleriyle bir arada yaşamasına olanak veren iki büyük sığınak olarak iş görür.
Bu iki bileşeni anlamak için, bu kavramların tarihsel serüvenlerine bakmak gerekiyor.
Kariyerizm, uzun süre zannettiğimin ve çoklukla zannedilenin aksine hırs kavramıyla pek bir ilişki kurmaz. Böyle bir ilişkiye girmiş olsa bile, daima daha iyisini, daha yükseğini isteme halinin, ilkesel olarak olumsuz bir tarafını bulmak güçtür. Bununla birlikte, kariyerizm denen yapı, hep de bu şekilde değerlendirilir: daha çok para, daha yüksek bir mevki. Gelgelelim, işin esası pek öyle değil; daima bir yetinmeme haline gönderme yapan bu sanıların aksine kariyerizm, tam da bir yetinme haline karşılık gelir. Nitekim, sözcüğün atası olan Latincedeki “carrus” sözcüğü bu durumu açıkça ortaya koyuyor: “Carrus”, “yük arabası” anlamına gelir. Kuşkusuz bu arabaya, sadece taşıyabileceği kadar bir yük yüklenebilir! Türkçeye uyarlanan Fransızca “carriere” sözcüğü ise zaman içindeki anlam genişlemesiyle, “güzergah, gidilen yol” ve daha sonraları da mecazi bir etki altında kalarak “tutulan, benimsenen yol” anlamlarını taşır. Bu anlamların da hırsla bir ilişkisi yoktur. Sözcüğün, tarihi serüvenindeki son noktasında da bir anlam daralmasına uğrayarak, “mesleki yaşam içinde belirlenen hedef ya da bulunulan statü, mevkii” anlamına indirgenmesi, yine hırs kavramıyla bir ilişkiye girmediğini gösterir(1).
“Konfor” sözcüğüne gelince, o da hırsla pek ilişkili değildir; halen günümüzde de revaçta bir kavram olan “fors”, yani “kuvvet, güç” sözcüğünden türeyen bu kavram da, Türkçeye, Fransızca aracılığıyla geçer. Fransızcadaki “conforter” fiili, “rahatlık duymak, rahatlamak” ve –burası önemli– “teselli olmak” anlamlarına gelir. Burada da hırsla ilintili bir şey söz konusu değildir. Öte yandan, önemli bir husus olarak şunu belirtmekte fayda var ki, “fors” sözcüğü, “form”, “format” vb gibi sözcüklerin çok yakından akrabasıdır. Hal böyle olunca, bu akrabalığın, konfor sayesinde elde edilecek olan rahatlık, güç ve kuvvetin, bir genel olana uyma, “genel formu” benimseme haline de göndermede bulunduğunu bilmek gerekiyor.
Kısacası, iki kavramın etimolojik yapıları, bir yandan belli ve gidilebilecek bir güzergahı benimsemeyi, bir yandan da belli bir güce ulaşabilmek için, belli bir forma bürünmeyi esas almaktadır. Burada, güzergahın gidilebilecek bir şekilde seçilmesiyle, genel forma bürünerek “teselli olma” durumu apaçık bir şekilde bir yetinme haline karşılık gelmektedir. Öyle ki, bu iki kavramın, olasılıkla sanayi toplumu sonrası gerçekleşen evliliklerinde, sanat ve zanaatın yerini alan meslek hayatı tüm dünyayı kuşatırken, herkese daha iyisine, daha yükseğine değil, ulaşılabilecek olana ve genel olana yönelmeyi salık verir. Bu evlilikte hiçbir suretle hırstan söz edilmez. “Daha fazla”, “daha iyi” vs olana nasıl ulaşılacağına değil, “daha azıyla”, “daha kötüsüyle” nasıl yetinileceğine, nasıl teselli olunacağına ilişkin salıklar kaplamıştır etrafı.
İşte bu yüzden bu iki bileşenin, bu iki kişiliksizlik sığınağının yarattığı esas, bir “ortalık malı” kültürüdür. Herkes birbirini kendine, dolayısıyla herkese itelemeye çalışır. “Ortalık malı” herkesçe ve ironik bir biçimde “kendince” kullanılabilir çünkü. Çünkü, “ortalık malı” esas itibariyle bir “genel”dir. Onu özümsemek için bir eylemde bulunmak kafi gelir; sözgelimi herkesçe kullanılan bir beylik düşünceyi dile getirerek ya da herkesin güldüğü bir espriyi yineleyerek bu “ortalık malı”nı kullanabilirsiniz. Herkesin hedefi olan, bir meslek sahibi olmaya yönelerek, bir aile kurarak bu “ortalık malı”nı paylaşabilirsiniz. “Ortalık malı”, hem herkeste olan ortak nokta, hem de herkesin kullanımına izin verilen bir buluşma yeridir; bundan geriye kalan öznellikler ise, (yani farklı ama aynı olan bir mesleğe sahip olmak, başka bir aile kurmak vb gibi durumlar) bir anket değerlendirmesindeki sıra numarasından başka bir şey değildir. Ne de olsa, herkes aynı amaç ve aynı zihniyetle hayata gelmiştir; kariyer ve konfor sahibi olmak; öyle değil mi ama, belli bir rahatlık ve belli bir mevki dışında, bir insan ne isteyebilir ki! Buradaki ünlem işareti trajiktir; şöyle ki, bu işaret, cümlenin esas kuruluşuna uygun biçimde soru işaretiyle değiştirildiğinde, söz konusu soru, hiç de azımsanamayacak, hatta dehşet verici bir çoğunluk tarafından yanıtlanamamaktadır: biraz para… fazlası değil sadece yeteni; biraz statü… fazlası değil üç beş insanın size tabi olduğu bir mekan; biraz ün… fazlası değil sadece ilgi toplayabileceğiniz kadar olanı. Ve biraz da ahlak, sizi “gerçekten” (bu sığınaklar içinde böyle bir ayrıma gidilmediği sürece ahlaktan söz edilemez çünkü) tanıyan birilerinin saygı ve sevgi duymasına yetecek kadar…
***
Bir genel sığınaktaki bataklığın içinde kaybolma korkusuyla, bir anlam taşıma kaygısı arasında gidip gelen sarkaç: hayat.
Arşivlerimde ulaşamadığım bu yazıya eriştiğim an burada tekrar yayımlayacağım.
Bu yazı ilk olarak 2 Ocak 2012 tarihli Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır