Perşembe, Ekim 23, 2025
Köşe yazısı

Değerler ve putlar -2-


Her düşünce, içinde az ya da çok etik ve estetik bir yargı taşır. Bu yüzden her düşünce bir değer öne sürer. Fakat düşünceler etkin ve tepkisel olmak üzere ikiye ayrılır ki, hangi düşüncelerin bir değer, hangi düşüncelerin bir tepki olduğunu kavramak önemlidir. Çünkü tepkisel düşünceler bir değer öne sürmedikleri gibi, bir değer de taşımaz bünyesinde.

Yaşadığımız yüzyılda, çoklukla belli düşünce kalıplarıyla iç içe yaşandığı ve bu kalıpların adeta birer sabunmuş gibi her eli kirlenenin hizmetine sunulduğu bir gündelik yaşam esas olduğundan, gerçek bir düşünce (etkin düşünce) ile sadece bir refleksten ibaret olan “boş düşünce” (tepkisel düşünce) arasındaki farkın kavranması bir hayli zorlaşmıştır. Dahası, tıpkı bir süpermarket reyonundaki gibi çeşit çeşit olan bu kalıpların her birinin, her özel duruma karşı bir önlem olarak tasarlanmış olması durumu daha da karmaşıklaştırıyor. Bir başka ifadeyle, bir değerle bu değerin karşıtı arasındaki fark, bir hayli silikleşmiş bir halde bulunuyor hayatlarımızda. Bunun sebebi düşüncenin bir kaçınılmazı olan saptamanın hemen her alanda gözden düşmüş olmasıdır. Bir başka açıdan dile getirmek gerekirse, her durumda her şeyin söylenebileceği ve her şeyin düşünülebileceği ve de her şeyin kendine has bir değer taşıdığını savlayan iletişim dünyasının yarattığı muhteşem karmaşa içinde, etik ve estetike dair her yapı alt üst edilmiştir. Son dönem filozoflarının sıklıkla dile getirdiği gibi, iletişim dünyası mantık ve ahlakı dünya dışına atmıştır. Bu durum, tüm değerleri yok etmenin yanı sıra, her şeyin bir değer olduğunu söyleyen iki uzlaşmaz yapının bir arada tutulmasını amaçlayan bir hayli tuhaf ve bir o kadar da akıl-dışı bir dünyadan söz eder. Ancak, itiraf etmek gerek ki, bu akıl dışı iletişim dünyası düşünsel eksende olmasa da sosyal yapı olarak büyük bir zafer kazanmıştır.

Bir düşünce, esası gereği bir saptamayı hedefler, fakat sadece birer tepki formülünden ibaret olan kalıplar hemen her saptamayı tersine çeviriverir derhal. Fakat bu sadece bir şeye karşı o şeyin zıttını ortaya koyan bir tersine çevirme değil, bir şeye karşı her şeyi karşıya koyan bir tersine çevirmedir. Çünkü, iletişim dünyası, iki uçtan birinde ya da diğerinde değil, aynı anda her iki uçta ve bu iki uç arasında kalan her yerde olmak ister. Şayet titiz bir usavurma yetkinliliğiniz yoksa, bu tersyüz etmelerle baş etmek bir hayli zordur. Yeri gelmişken belirteyim, titiz bir usavurma yetkinliğiniz olsa dahi bu tersyüz etmelerle baş etmek yine zordur. Çünkü, tepkisel bir yapının bu denli güçlü olması, trajik bir esastan kaynaklanır. Belli saptamalarla sağlam bir şekilde ortaya konan her düşünce, etkililiğinin ve gücünün bir kısmını da bizzat kendi dışında kalan düşünce biçimlerine hediye eder çünkü. Bu yüzden, düşünsel bir eksende, bir şeyi ortaya koymaktansa, ortaya konan bir düşünceye karşı çıkmak çok daha kolaydır. Bu kolaylığın baş döndürücü bir cazibesi vardır, çünkü, bir düşünceyi ortaya koyarken, o düşünceyi biçimlendirdiğiniz zeminden kopmamanız, değerinize sahip çıkmanız ve çelişmemeniz gerekirken, bir düşünceye karşı çıkmak için bu zorlukların hiçbirine katlanmanız gerekmez. Fakat burada cezp edici olan sözü edilen kolaylıktan daha da baş döndürücü bir şey vardır ki, bu çok daha cezp edicidir; her yapıyı yıkma kudretine sahip bir zihniyeti taşımanın verdiği gururdur bu. Üstelik, hiçbir şey hakkında hiçbir şey bilmeden bunu yapabilirsiniz! İşte, iletişim dünyası tarafından sıradan insana yutturulan “sen de özelsin” yalanının kendini ortaya koyduğu yerdir burası: hiçbir şey olmadan, her şeyi yok edebilme kudretine sahip olmak. Bu eksende felsefi düzlemde felsefeye karşı geliştirilen slogan da şudur:

“Her şeye karşı çıkınız, hiçbir şey yıkılmaz değildir, akıl bile!”

Kuşkusuz bu doğru değil. Bilimsel yöntemi yıkmak için, yine bilimsel yöntemi kullanmaya mahkum olmanız gibi (ortaokul bilgileriyle bu düşünsel deneyi yapmak mümkündür), akla karşı çıkmak için de aklınızı kullanmaya mahkumsunuzdur. Bu yüzdendir ki, zannedilenin aksine, etkin düşünceler değil, tepkisel düşünceler daima putlara ihtiyaç duyar. Etkin bir düşüncenin dayanak noktası daima kendidir, fakat tepkisel düşünceler güçlerini daima kendi dışından alır. Bu gücün bir kısmını bizzat ortaya konan düşüncenin ona hediye ettiğini yukarıda belirtmiştim, fakat etkin bir düşünce, şayet titizlikle işlenmiş ise hediye ettiği bu silaha karşı dayanıklı olmasını bilir, ancak asıl sorun tepkisel düşüncenin düşünsel bir eksenden değil, bambaşka yerlerden aldığı güçler karşısında yaşanır. Yoksa 2011 yılını tamamlamak üzereyken, belli bir eğitim ve öğrenim sürecinden geçmiş insanların, evrim kuramına karşı çıkabiliyor olmasını (inançları için Harun Yahya’ya dört elle sarılanlar, şimdi bu şahsın televizyon programlarıyla dalga geçiyor)  ya da ırkçı ve faşist bir söylemi barışla bağdaştırabilmelerini (hak talep ettiğini öne süren BDP, etnik kökeni Kürt olan insanların tüm iradesini bir şahsa emanet edebiliyor) ya da kölelik sembolü olan başörtüsünü özgürlükle birlikte anmalarını (bu şahıslar, içinde başörtüsü/türban sözcükleri geçmeyen bir cümle kuramamalarını hiç de tuhaf karşılamıyor)  anlamak mümkün olmazdı… (Devam edecek)


Bu yazı ilk olarak 12 Aralık 2011 tarihli Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır.