Perşembe, Ekim 23, 2025
Köşe yazısı

Ayıklanarak yaşamak


Eğer bir varlık olmaktan, bir yaşayan olana geçiş diye bir şey söz konusuysa hayatta, bu geçişin tek bir nedeni olabilir: yarınını düşünmek. Bununla birlikte, yaşam içinde en zor olan, yaşanmış olanı değil, yaşanmakta olanı kavramaktır. Ve daha da zoru yaşanacak olanı öngörebilmektir.

Kendi yaşamınızda ve etrafınızda olup bitenleri kavrayabilmek için çoklukla geçmişe ve geçmişinize bakarsınız. Fakat bu yetersiz bir tavırdır. Çünkü olan bitenleri belli bir anlam kümesi içine hapsetmenin aksine, kavramak bir bütün olanı görebilmeyi gerektirir. Nitekim birçok insan, rahatlıkla, birçok konuda, birçok şeyi yanlış anladığından, yanlış anlattığından ya da yanlışlıkla yaptığından söz edebilir. Fakat yanlış bir kavramadan söz etmek mümkün değildir. Sözgelimi, “Yanlışlıkla anneme mektup yazacakken, babama bir mektup yazmışım” diyen birini düşünün. Böyle birinin, gerçekten de bir yanlışlık mı yaptığı, yoksa yaptığı şeyi bir yalanla mı örtmek istediğini ayırt etmek güç olmasa gerektir. Bu birine şu sorulabilir:

“Mektubu yazarken, anneni düşünüyor, fakat babana mı hitap ediyordun? Yoksa anne ve baban arasındaki ayrımı bilmiyor musun?”

Ve muhtemelen size vereceği yanıt şöyle bir şey olacaktır:

“Tabii ki, biliyorum. Fakat anneme yazmak ‘isterken’ babama bir mektup yazmışım işte!”

Verilen bu yanıtta “istemek” fiili çok önemlidir. Nitekim istemek ve yapmak arasında, kafa karışıklıkları yaşatmanın ve yaşamanın iyiden iyiye hemen herkesçe benimsenen bir moda olduğu günlerde bulunuyoruz. Bu yüzden de, ortaya oldukça saçma bir dünya çıkıyor. Bir yandan, “etkileyici” söz dizimleriyle ifade edilen ünlemler eşliğinde, insanlar çeşitli sloganlarla yaşamaya ve bir şeyi yapmaya, dahası başarmaya motive edilmeye çalışılırken, bir yandan da, seçilen her yalan, istemsizce yapılmış bir yanlışa indirgenmeye çalışılıyor. Ve sonuçta, her durumda masum ve her durumda başarısız insanlar kaplıyor etrafı!

Sözgelimi, deniyor ki, “İstersen yapabilirsin!”. Gelgelelim, istemekle yapmak arasında pek cılız olan bağıntı, bu ünlemi, bir bütün olarak hiçbir şekilde doğrulayamıyor. Ve insanlar, isteyerek, hiç ama hiçbir şey yapamıyor –çünkü bir şeyi yapabilmek için, o şeyin yapılabilmesi için yeter koşulların yerine getirilmesi esastır, istemek değil. Ve yine benzer şekilde deniyor ki, “Başlamak, bitirmenin yarısıdır!” Fakat gerçekte, başlamakla bitirmek arasındaki uzaklığın orta noktasını hiçe sayan bu ünlemin de bir geçerliliği söz konusu değildir asla. Bu tarz örnekler daha da çoğaltılabilir –bunun için reklâmlarda kullanılan sloganlara bakılabilir örneğin.

Peki, ne mi yaşanıyor? Kavramanın katledilmesi bir yana, anlamak da tümüyle silinmiş durumda neredeyse. Evet, insanlar, sürekli olarak istemek,  başlamak vs gibi eylemlerle oyalanmaya sevk ediliyor bir yandan, bir yandansa ortaya sürekli olarak “isteyip de yapamamalar”, “başlayıp da bitirememeler” gibi durumlar çıkıyor. İşte bu noktada, ortaya çıkan bu durumu, bu boşluğu, yalanlarla örtmesi için çeşitli gereçler sunuluyor insanlara. Ve şu öğütleniyor: Ayıklanarak yaşayın! Yaptığınız tüm yanlışları, başaramadığınız her edimi, bitiremediğiniz her işi inkâr edin! Yalan söyleyin!

Öyle ki, ayıklanarak yaşama tavrı, her derde deva bir ilaçmış gibi sunuluyor insanların karşısına. Ayıklanarak, yani yaşananları ve yapılanları yalanlarla geçiştirerek, “boş” üzüntülerden, “gereksiz” acılardan ve “yersiz” kafa yormalardan kurtuluveriyor insanlar. Böylece, belli bir konu ya da belli bir durum karşısında sorun yaşayan, acı çeken, üzülen, hüzünlenen, düşünen her insan,  altı üstü birkaç adet yalanla, yaşamına “yepyeni”, “sorunsuz”, “acısız”… vs her şeye “sil baştan başlayabileceği” bir sayfa açıveriyor. Fakat buradaki “yepyenilik”, “sorunsuzluk”, “acısızlık” vs gibi bileşenler, beraberinde, “duygusuzluk”, “düşüncesizlik”, “kişiliksizlik” ve en önemlisi “geçmişsizlik” gibi bileşenleri de getiriyor.

***

Hiç doğmamış olmak, bu dünyada hiç bulunmamış olmakla aynı şey olan, geçmişi olmamak, elbette ki bir varlık olma durumunu yoksamaz. Ancak, yeryüzünde bir kaya parçası yerine bir insan olarak bulunabilmek için, yarınınızı düşünebilmeniz için, yarınınızın olabilmesi için, öncelikle doğmuş olmanız ve bir geçmişe sahip olmanız gerekir. Ki ancak bu şekilde, yaşanmış olanı kavrayabilir, yaşamakta olduğunuzu fark edebilir ve titiz bir duyarlılıkla yaşanacak olanı da öngörebilirsiniz. Dahası, bunları değiştirebilirsiniz de.

Ve bir son not: Masumiyet ve sorumsuzluk, birçok konuda ve birçok durumda eşdeğer yapılardır.


Bu yazı ilk olarak 31 Ocak 2011 tarihli Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır.