Perşembe, Ekim 23, 2025
Köşe yazısı

Menfaat iktidarını koruma stratejileri -1-


Dürüst olma durumunun, insanların birçoğu tarafından bir tür enayilik olarak algılanmaya başlandığı günden bu yana (ki bu tarih Türkiye özelinde 80 sonrası dönem ya da siyasi perspektif içinde 12 Eylül darbesi ve Özal iktidarına denk düşer) insanlar arasındaki kişisel ilişkilenmelere de bir tür ayar çekildi.

Bilindiği gibi, insan, dünyaya geliş serüveniyle birlikte, yazgısal ve ekonomik açıdan zorunluluk düzeyleri bir hayli fazla olan ilişkiler ağının içine düşer. Yani dünyaya geldiği an sahip olduğu veya olmadığı ebeveynlerinin ve onların maddi imkânları veya imkânsızlıkları yeni dünyalının yaşam serüvenine değiştirilmesi çok zor olan bir rota hazırlar. Bu rotanın güzergâhının dışına çıkabilmek için, insanın elinde sadece yaşamı boyunca kuracağı arkadaşlık, dostluk vs gibi kişisel ilişkiler ve de tümüyle kendi kendine oluşturacağı zihinsel etkinlikler dışında hiçbir olanağı yoktur. Bu haliyle bir insan için, yaşamındaki tüm ilişkilenmeler, bu yazı için biraz aceleci bir vargı olsa da, üç temel boyut altında toplanabilir: yazgısal, ekonomik ve kişisel boyut.

Yazgısal ve ekonomik boyutlar içinde, kişinin yaşam serüveni enikonu bir talih durumudur. Dünyaya, hastalıklı veya sağlıklı, zengin veya fakir olarak gelebileceğiniz gibi, sizin adınıza düzenlenen bu ilişkileri belirlemekle yükümlü olan insanlar, iyi veya kötü bir yönetim sergileyebilirler. Yani, yaşamın bu iki boyutu, sizin dışınızda, fakat sizi içine alan bir gerçeklik boyutudur. Kişisel boyut ise, içinde bulunduğunuz gerçekliğin dışına çıkabileceğiniz, talihiniz yerine kişiselliğinizle yaşamınıza yön verebileceğiniz ve hatta ilk iki boyutu başlı başına değiştirebileceğiniz bir mekândır. Ki, insan yaşamlarını kontrol altında tutarak, kendi menfaatleri üzerine dünyayı biçimlendirme gayreti içinde olan odakların –yani en göze görünür haliyle siyasi ve ekonomik güç odaklarının–, en rahatsız olduğu boyut da budur. Bu yüzden de, insan yaşamlarını biçimlendirme görevini üstlenen iktidarlar, yani ilk iki boyutu düzenlemekle yükümlü olan insanlar büyük bir önem taşır. Onların kendi menfaatlerini ön plana alan tutumları toplumları daima bir krize götürürken, ekonomik ve yazgısal tutsaklıkların giderek azaltılmasına yönelik sergiledikleri her tutum da toplumun içindeki kişiler arasındaki bağların artmasına ve sağlıklı bir birlikte yaşama kültürünün oluşmasına sebep verir. Öte yandan, ekonomik ve yazgısal tutsaklıkların artırılmasını sağlayan tutumlar sonucunda meydana gelen krizler de, kişiler arasındaki ilişkileri farklı bir biçimde artırabilir, ki bu durumda da köklü bir değişim ve dönüşüm yaşanır: devrim. Bununla birlikte, kendi menfaatleri doğrultusunda toplumu biçimlendirmeye çalışan iktidarlar, olası bir devrime karşı da elleri kolları bağlı oturmazlar elbet. Kişiler arasındaki ilişkilerin artmasını önleyecek her tür girişimi çekincesizce yaparlar.

Konuyu daha somut bir düzlemde, Türkiye özelindeki siyasi gelişmeler açısından takip etmek gerekirse, kişisel boyuta yapılan en sert müdahalelerin ilk ikisi, 1950’li yıllar ile 1980’li yıllar arasında gerçekleştirilmiştir. Üçüncüsü ise bizzat içinde yaşadığımız günlerde gerçekleştirilmeye devam ediyor.

Bilindiği gibi, 1950 ve 1954 seçimlerini kazanan Demokrat Parti’nin (DP), enikonu dışa bağımlı bir ekonomik anlayışı egemen kılmaya çalışması, beklediği sonuçları vermedi. Yani kendi menfaatleri üzerine biçimlenen iktidarlarını garanti altına alamadılar. Bu yüzden, toplumu oluşturan insanlar arasında giderek artan ve olası bir devrimi tetikleyen, ekonomik ve yazgısal ilişkilerin yerini almaya başlayan kişisel ilişkilere karşı çok sert önlemler almaya başladılar. Gelgelelim, tamamen bir başbakanın keyfiyeti üzerine kurulan sansür kurumu, her durumda bir tehdit dili kullanılması ve bu tehditlere boyun eğmeyenlere karşı yapılan tutuklamalar, sürgünler ve Meclis’ten atmalar vs gibi önlemlerle, toplumu oluşturulan insanlar üzerinde bir korku mekanizması oluşturup bir sonraki seçimleri de kazanmak isteyen DP, bu önlemlerinin işe yarayıp yaramayacağını bile göremeden iktidarından farklı bir şekilde uzaklaştırıldı. Fakat yaşanan bu durum, DP ve onun takipçilerine farklı bir olanak sağladı ve 1961 sonrasında, içinde bulunduğumuz günlere dek kaynağı halen tükenmeyen bir miras bıraktı: öyle ki, DP zihniyeti, kendi menfaatlerini gözeten bir iktidarı korumak için hemen her alanda en sert müdahaleleri 50’lili yıllardan çok daha farklı ve çok daha etkili bir biçimde uygulamaya koydu: Artık, ilk olarak denedikleri “haklı olan gibi gözükme yalanı” üzerine kurulan stratejilerinin yerini, “haksızlığa uğramış insanlar gibi gözükme yalanı” almaya başladı. Ve bu strateji de halen devam ediyor.

(Devam edecek)


Bu yazı ilk olarak 2 Ağustos 2010’da Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır.