Perşembe, Ekim 23, 2025
Köşe yazısı

Karşılaştırmalar üzerine


Son dönemlerde İsmet İnönü ve Adolf Hitler arasında yapılan karşılaştırmalar, bizzat iki insanı veya iki konuyu birbiriyle karşılaştırarak ele alma konusunda, çeşitli gazetelerin köşe yazarlarının aczini pek açık bir şekilde belgeledi. Bilindiği gibi, bir şeyi başka bir şeyle karşılaştırma esnasında iki şey arasında benzerlikler ve farklılıklar bir arada ele alınarak, sonuç itibariyle benzerlik ve farklılıkların nitelikleri ve boyutları saptanmaya çalışılır. Gelgelelim söz konusu köşe yazarları bu saptamaya ulaşmaktan çok, zoraki bir şekilde, kendi niyet ya da düşüncelerinin doğrulanmasına hizmet edecek hususlar dışında hiçbir gerçeği kale almayıp, İnönü ve Hitler’i bir potada eritiverdiler hemen. Politik gücün basın üzerindeki muazzam bir izdüşümü.

Elbette aklı başında hiçbir köşe yazarı, ağaçların ve insanların yaşamak için suya ihtiyaç duymalarındaki benzerlik üzerinden, alelacele, “demek ki, insanlar da bir tür ağaçtır” diye bir saptama yapmayı pek sağlıklı bulmaz. Kuşkusuz, söz konusu saptamada bir yanlışlık yoktur –zira saptama, biyolojik açıdan doğrudur–, fakat göz önüne sunulan bu doğru öylesine zayıf ve öylesine cılız bir bilgidir ki, hani durduk yere bu benzerliği dile getirmenin ne bir anlamı ne de bir gereği vardır. Yoksa hem eşeklerin hem de insanların yürüyen bir canlı olmasından ötürü, eşeklerle insanları, ya da, domuzların da insanlar gibi, et ve bitki ayrımı yapmadan beslendikleri bilgisinden hareketle insanlarla domuzları birbirine benzetmekle pek mühim bir gerçeğe ulaşılmış olunduğunun sanılması ahmaklığına düşmekten kurtulamayız.

İlk olarak, bir karşılaştırmadan hareketle bir saptamaya ulaşmadan önce, bilgi denen şeyin niteliği üzerinde uzunca ve dahası titizce durmak gerekir. Çünkü, nitelik denen şey, bilginin doğruluğu ve yanlışlığından öte, bilginin kalitesi ve anlamına gönderme yapan bir kavramdır. Söz gelimi, bir insan gibi, bir taş da bir varlıktır, bu çok uzak benzerlikten ötürü, taşla insan arasında bir bağlantı ve benzerlik kurmaya çabalamak, niteliksiz ve sevimsiz bir bilgi kırıntısı elde etmek dışında hiçbir sonuç vermez. Çünkü iki şey arasındaki bilginin anlam ve nitelik olarak doyurucu bir bütüne karşılık gelmesi için, bu iki şey arasındaki benzerlik bağlantısının oldukça sıkı ve yakın olması gerekir. Bu hususu tarihte titiz bir şekilde açımlayan ilk kişilerden biri olan Eski-Yunan filozofu Aristoteles –ki bizzat günümüzde bilgi olarak anladığımız şeyin mucidi olarak da onu anabiliriz–, doğru ve yanlış bilgi ile güçlü ve zayıf bilgi arasındaki ayrımları seçik bir şekilde dile getirmiştir. Mesela bir elmanın bir varlık olduğu bilgisiyle, bir meyve olduğu bilgisi arasındaki nitelik farkı herkesçe rahatlıkla algılanabilir. Elma ve varlık arasındaki bağla, elma ve meyve arasındaki bağ arasında ciddi bir uzaklık vardır. Bir şeyin bir varlık olduğunu dile getirmek, o şey üzerine pek cılız bir veri sahibi olmaya karşılık gelirken, bir şeyin bir meyve olduğunu dile getirmek, o şey üzerine oldukça geniş bir veri sahibi olmaya karşılık gelir. Bu sayede, bilgimiz daha bir sağlamlaşır ve sağlamlaştığı oranda da daha anlamlı bir hal alır. Bu durum şuna benzer: Bir arkadaşınızı ailenizle tanıştırmaya götürdüğünüzde, arkadaşınız hakkında ailenize bilgi vermek için, tutup da onun bir varlık olduğundan, bir canlı olduğundan, bir insan olduğundan vs gibi şeylerden söz ederseniz, bu takdiminiz bir vahamet olmaktan öte tam bir rezalete sebep verecektir. Elbette, arkadaşınızın bir varlık, canlı ve insan olduğu bilgileri doğrudur, ancak ailenize tanıtmak için pek saçma, cılız ve ucube doğrulardır bunlar. Ki bu doğrular, onun ne iş yaptığı, neyle meşgul olarak yaşadığı, nelerle ilgilendiği vs üzerine yapacağınız açıklamaların yanında düpedüz ahmakça kaçacak olan verilerdir.

Aristoteles’in bilgi üzerine yaptığı açımlamalardan bu yana binlerce yıl geçmiş durumda. Gelgelelim, malum gazetelerdeki köşe yazarlarımız, kendilerini, tam bir aymazlık içinde, iki devlet adamını, ikisinin de “tek adam” olmasından ötürü birbiriyle benzeştiklerini dile getirerek, sanki pek nitelikli, pek sağlıklı ve pek mühim bir gerçeği yakalamış gibi hissetmekten geri kalmıyorlar halen. Ve bu durum da gerçekten bir vahamete değil bir rezalete karşılık düşüyor.

Son olarak, ille de konu hakkında bir fikir beyan etmem gerekirse, kendi adıma, İnönü pek tasvip ettiğim bir devlet adamı değildir. Bununla birlikte, Hitler düpedüz insanlık tarihinin en ağır suçlarından birini işlemiş olan bir şahsiyettir. Ve ikisi arasındaki benzerlik, bir insanla bir domuz arasındaki benzerlikten daha öteye taşınamayacak denli uzaktır. Ve açıkçası, dünyanın en büyük katliamına imza atan bir liderle, işgal altındaki bir toplumu kurtaran bir lideri eşitlemeye çabalamak, kötü niyetten, vahametten, rezaletten de öte, bambaşka, düşünsel bir insanlık suçu işlemeye karşılık gelse gerek.


Bu yazı ilk olarak 10 Mayıs 2010’da Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır.