“Diyelim ki bir Yaz Ortası Bahçe Şenliği var. Yığınla insan çimenler üstünde bir çember oluşturmuş olsun. Diyelim ki bu her yıl böyle yapılıyor, sonra da herkes ölmüş bir yakınını çemberin öteki ucunda gördüğünü söylüyor olsun. Böylesi bir durumda, çemberde bulunan herkese şu soruyu yöneltebilirdik: ‘Kiminle el ele tutuştun?’ Gelgelelim, hepimiz birden o gün ölmüş yakınlarımızı görmüş olduğumuzu yinelemekle yetinirdik.” (s. 104)1
Kanıttan yoksun her düşüncenin, ve kanıttan yoksun her düşünenin ilk başvurduğu yapıdır tanık göstermek. Yukarıdaki şenlikte yer alan insanlara, “Ama bu durum olanaksız” diye karşı çıkmanız yersizdir. Çünkü şöyle bir karşılık vereceklerdir: “Ama hepimiz aynı deneyimi yaşadık.” Ne yapılabilir? Şenlik öncesinde herkesin çemberi oluşturmak için eşit aralıklarla yerleşmesini isteyebilir ve bu haliyle çemberin çevresini hesaplayabilirsiniz. Ve sonra, söz konusu deneyim sonunda çemberdeki insanların ve her bir kimsenin görmüş olduğunu iddia ettiği ölmüş yakınlarının isimlerini bir kâğıda not edebilirsiniz. Ortaya tuhaf bir denklem çıkacaktır; görünen ölü sayısıyla, çemberde bulunan insan sayısı birbirine eşittir. Bu durumda, çemberdeki her insan o çemberde bulunduğunu ve çemberin öteki ucunda ölmüş yakınını gördüğünü söylediğine göre, görünenler ve bulunanların toplamından ve de herkesin eşit aralıklarla yerleşmesinden ötürü, çemberin sahip olduğu çevrenin iki katına çıkması gerekmektedir. Fakat, çemberin çevresinde hiçbir değişiklik yoktur. Kuşkusuz ki, bulunma ve görünmenin aynı şey olmadığını öne sürerek karşı çıkabilirler size. Yani bulunmak bir yer kaplamayı gerektirirken, görünmek bir yer kaplamayı gerektirmemektir onlar için. Yine de ben, en makul karşı çıkışın bu şekilde yapılabileceği kanaatindeyim.
Arkadaş meclislerinde sık karşılaşılan bir durum şudur: Meclisten biri, yaşadığı bir olayı anlatır ve bu olay eşliğinde bir düşünceyi savunmaya başlar. Meclisteki bir diğer kişi de, bu arkadaşına hak vermek için yaşadığı benzer bir olayı anlatır hemen. Böylece bu iki kişi, birbirleriyle hemfikir oldukları bir konu yakalarlar. Bununla birlikte nedense, hemfikir olmanın, doğru fikre sahip olmak olmadığını hiç dikkate almadan, ortaklaşa düşünüleri üzerinden derhal bazı çıkarımlar yapmaya başlarlar.
Benzer bir durum, hukuk dünyasında çok daha vahim bir şekilde söz konusudur: Ortada yaşanan bir olay ve bir suç söz konusudur; fakat hâkim ve savcılar konu hakkında hiçbir şey bilmemektedir. Derhal olaya tanık olan kişiler çağrılır, ve olay esnasında tanıklık ettiği şeyleri anlatması istenir onlardan. Böylece ortaya, olayla ilgili olarak birbirleriyle yer yer kesişen, yer yer de birbirine ters düşen anlatımlar çıkar. Hâkim ve savcılar, bu karmaşa arasından, olayın esasını kavramak için, nelerin tutarlı bir bütünlük oluşturduğuna bakmaya başlarlar. Fakat, şöyle bir şey de gerçeklenebilir kuşkusuz: A diye içinde bir suç unsuru barındıran bir olay yaşanmıştır. Bununla birlikte olaya tanık olan herkes, A’dan çok A-olmayan’a yönelik anlatımlar kullanmaktadır. Yani, hâkim ve savcıların karşısına, tutarlı bir bütünlük olarak yaşanan A olayı değil de, A-olmayan olay çıkmaktadır. Hal böyle olunca, adaleti sağlamak pek de mümkün olmasa gerek.
Elbette, bir sav ya da düşünce için tanıklıkların kanıtlara oranla pek cılız ve zayıf dayanaklar olduğuna yönelik olarak daha birçok örnek verilebilir. İlk olarak, tanıklıklar anlatımlar üzerine, kanıtlar ise sınanabilir yapılar üzerine kurulur. Yani bir kanıtın izini sürmek olanaklıdır. Fakat bir tanıklığın izini sürmek, bizzat tanık olan kişi ya da kişilerin inisiyatifine bel bağlamayı gerektirir. Yukarıdaki Wittgenstein’ın tasavvur ettiği şenlikteki gibi, herkesin söz birliği etmişçesine aynı şeyi söylüyor olması bir anlam ifade etmez! Çünkü tutarlılık, bir şeyin geçerli bir kanıt niteliği taşıması için sadece basit bir ön koşuldur –daha fazlası değil. Ön koşulu yerine getirmenin, tüm koşulları yerine getirmek olmadığı da apaçık bir mantık gerekliliğidir.
Son olarak, ortada neyin olup bittiğini anlayabilmek için, çemberdeki insanlardan birinin çıkıp da, “Hayır, ben ölmüş bir yakınımı görmedim” demesini beklemekle, çemberdeki tüm insanların tanıklıklarına rağmen başka bir yöntemi seçmek arasındaki farkın nelere sebebiyet vereceğini kavramak pek de zor olmasa gerek…
- Wittgenstein, Ludwig (2004); Estetik, Ruhbilim, Dinsel İnanç Üzerine Dersler ile Söyleşiler; Derleyen: Cyril Barrett; çev.: Abdülbaki Güçlü; Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Yazının başlığı ve metindeki alıntı bu eserden yapılmıştır. ↩︎
Bu yazı ilk kez 1 Mart 2010 tarihli Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır.