Aklı başında herkes şu soruyu soruyor: Bu işin sonu nereye varacak? Daha ne kadar, özgürlükten, demokrasiden, haktan, hukuktan söz eden insanlar –kendi adlandırmalarıyla seçilmiş temsilciler– yalancılıklarını ve ikiyüzlülüklerini daha ne kadar açığa vuracaklar? Ve daha ne kadar, binlerce insan, bu “politik bağnazlıklar gösterisi”nin aktörlerinden özgürlük, demokrasi, hak ve hukuk bekleyecek?
***
Muazzam bir insan topluluğunun gerçekler karşısında gözlerini kapayıp, kulaklarını tıkadığı günleri yaşıyoruz. Daha üzerlerinde kendi iradelerini taşıyamayan insanlar –ki bunu bizzat kendileri açıklıkla dile getirmektedir–, tutup da koca bir yığının hakları ve özgürlüklerini taşıyormuş. Daha bizzat yanı başındaki insanların cinsiyetine tahammül edemeyen bir zat, bir yığın insanın hakkını, hukukunu korumaya çalışıyormuş. Ve daha, yanı başındaki zatın dünyaya bir penis yerine bir vajinayla gelmesinden ötürü bizzat kendi oluşuna, kendi bedenine yaptığı aşağılamaya tek bir ses çıkarmayan kadınlar, tutup da bir insan topluluğunun özgürlüğü için mücadele ediyorlarmış…
Heyhat! Berbat bir komedi gösterisinin beceriksiz oyuncular tarafından sergilenen sahneleri değil bunlar. Aksine ekranlarda izleyip, gazetelerde okuduğumuz, sokakta yaşadığımız trajik gerçekler. Her birimizin yanı başında olup biten şeyler yani. Sözgelimi, söz konusu küfür vakası karşısında, daha önceden erkek egemen toplumun baskısı ve zulmünden söz edişine defalarca tanık olduğum bir kadın, küfür eden zata karşı hemencecik şunu söyleyivermekte hiçbir sakınca görmüyor:
“Adam haklı. Çok iyi yaptı. Sözün bittiği bir yer vardır.”
Ve ben ona, daha önce dile getirdiği erkek egemen toplum üzerine söylediklerini anımsattığımda hiç duraklamadan şunu ekleyiveriyor:
“Seninle bu konuyu tartışmayacağım. Sen anlamazsın!”
“Ama küfür dilini onaylıyorsun” diyorum.
“Hayır,” diyor “küfür dilini onaylamıyorum. Bu durum çok farklı. Senin gibi böyle oturduğun yerden konuşmak kolay tabii.”
“Sen nereden konuşuyorsun?” diye soruyorum. Susuyor, hiçbir yanıt vermiyor, veremiyor. Açıkcası, ben de her iki cümlesinden birinde daha karşısındaki insanın basit mantıksal sorularına dahi tahammül edemeyen bir zat olarak onun özgürlük, hak, hukuk üzerine hiçbir rasyonel temele dayanmayan görüşlerini duymayı pek istemiyorum artık. Çünkü Bertrant Russel’ın dediği gibi, biliyorum ki, “Ateşli bir şekilde savunulan görüşler, asla iyi bir temele dayanmayan görüşlerdir; (…) şiddetli duygusallık, görüş sahibinin rasyonel kanıtlardan yoksun olunduğunun bir göstergesidir” (s. 3)
***
En basit bir durum içinde derhal ilkelerinden, dünya görüşünden vazgeçebilen insanlardan, bir değer ifadesi olan “insanlık” adına daha zararlı hiçbir varlık yoktur. Küfreden zatın bir gün sonrasında alelacele bir din kitabına başvurması bunun açık bir göstergesidir. Çünkü böyleleri, kendi bireysel çıkarları dışında hiçbir yaşama motifine sahip değildir. Bu yüzden bir gün A-olanı savunurken, bir sonraki gün A-olmayanı savunmakta hiçbir sakınca görmezler. Ne yaşama biçimlerinde, ne düşüncelerinde, ne de varoluşlarında en ufak bir tutarlılığa rastlayamazsınız onlarda. Özgürlükten söz ederken, kendi iradelerini başkasına teslim ederler, haktan hukuktan söz ederken, bizzat hak ve hukuk denen insani değerlerin değil de, kendi güçlerinin hakkı ve hukukunun egemen olmasını talep ettikleri için derhal tehdit dili kullanırlar. Bir mücadeleye giriştiklerinde, kafalarındaki insani düşünce ve değerlere değil –ki yoktur böyle bir düşünce ve değerleri– yanlarında taşıdıkları silahlara vurgu yaparlar. En çok korktukları şey de gerçekliklerdir; çünkü gerçekliği normal zamanlarda bir kabalık, savaş halinde ise bir suç olarak algılarlar (s. 7). Etraflarındaki her insanı, ya kendi tarafından ya da karşı taraftan olarak görmek isterler. Bu yüzden ara sıra karşılarına çıkan, konulara, durumlara, olaylara ve yaşananlara rasyonel bir açıdan bakmaya çabalayan bir avuç insandan, hiçbir şeyden nefret etmedikleri kadar nefret ederler. Yine Russel’ın yukarıda alıntıladığım yazısında vurguladığı gibi, “… kuşkuculardan, kendilerininkine tümüyle karşıt olan düşüncelere sahip kişilerden daha çok nefret edilir” (s. 3).
***
Evet, bu işin sonu nereye varacak? Apaçık bir şekilde, sokaktaki insanların canları, hayatları ve özgürlükleri üzerine kirli pazarlıklar yapan bu insanlardan daha ne kadar hak ve hukuk beklenecek? Daha ne kadar, bir tarafta “Ananı da al git” diyenlerle, bir tarafta “H.s s.kt.r” diyenlerin, muazzam bir pişkinlikle insanlıktan, özgürlükten, haktan, hukuktan, ahlaktan söz edişine tanık olacağız?
Russel, Bertrant (1996); Sorgulayan Denemeler; Ankara: Tübitak Yayınları. Yazıdaki tüm alıntılar bu eserden yapılmıştır.
Bu yazı ilk kez 28 Aralık 2009 tarihli Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır.