Perşembe, Ekim 23, 2025
Köşe yazısı

Hipokrat’tan “hipokrasi”ye


Sorun şu: Hastalar yüzünden mi hastaneler kurulmuştur, yoksa hastaneler yüzünden mi insanlar hastalanmaktadır? Belki tarihsel açıdan, hastalar yüzünden ve onlar için hastanelerin kurulduğu doğru olabilir, ancak günümüzde kurulan her yeni hastane bu durumun tam tersine işaret eder. Artık açık seçik bir şekilde anlaşılmaktadır ki, bir bölgeye kurulan hastanelerin birçoğu, bölgedeki hastaları tedavi etmek için değil, ticari bir kurum olarak, bölge insanlarını hasta etmek ve onlar üzerinden gelir sağlamak amacıyla inşa edilmektedir.

Bu bağlamda, Ivan Illich, Sağlığın Gaspı adlı kitabına iddialı bir saptamayla giriş yapıyor: “Tıp kurumu sağlık için büyük bir tehlike haline gelmiştir” (s. 11). Elbette bu durumun ayırdına varan insan sayısı hiç de az değil artık. Basit düzeydeki günlük sohbetlerin içinde bile, tıp kurumunun yeni hastalıkları tedavi edebilmek için, öncelikle yeni hastalıklar ürettiğinden söz edildiğine pek çoğunuz tanık olmuşsunuzdur. Ve bu durum yazık ki, basit bir söylenti olmaktan çok vahim bir gerçekliğe işaret etmektedir. Hasta sözcüğünün anlam kümesinin içine müşteri kavramının yerleştirilmesi durumunu, ekonomik olarak yeterli güce sahip olmayan pek çok insan trajik bir şekilde yaşamaktadır. Öyle görünüyor ki, tıp kurumu, insanların sağlığının teminatını sağlamak yerine, tam aksi bir yöne, insanları sürekli olarak hastalıkların içine atan, dahası kendi başlarına iyileşme haklarını da gasp eden bir kurum olma yolunda ilerlemektedir. Bunun en dehşet verici kanıtı ise, bulunan her yeni tedavi türünün beraberinde yeni yeni hastalıkları da getirmesidir. Gerçi, tıpta yaşanan bir takım gelişmeler, bir zamanlar kitlesel olarak ölümlere yol açan birçok hastalığın sonlanmasını sağlamıştır. Fakat bununla birlikte, bu “gelişme”yi hastalıkların azalması olarak değerlendirmek oldukça güçtür. Çünkü, Illich’in belirttiği üzere hastalıklardaki bu değişimle, tıptaki gelişme ya da ilerleme arasında doğrudan bir ilişkiye işaret eden hiçbir kanıt söz konusu değildir (s. 22)1.

Kanımca tıp kurumu, insan yaşamında akıl-dışı bir hükümranlık inşa etme çabasındadır. Ve bu çabanın amaçsal sonlanımı dehşet verici bir tabloya işaret etmektedir. Doktorların karşılaştıkları her insana, potansiyel bir hasta gözüyle bakması, pek gururlu bir şekilde tanrılık sanatıyla uğraştıklarını dile getirmeleri vahametin en derin göstergelerinden biridir. Çünkü böyle bir yaklaşım, insanlara can veren iddiasını taşımanın yanında, insanların canını alan bir yaklaşımı da beraberinde getirir. Ve bu iki kutuplu mıknatısın bir tarafında gerçekleşen çekim gücü artışı, diğer tarafta da aynı etkiyi gösterir. Bir yandan, yeni bir hastalık türünün, mikrobun ya da virüsün yok edilmesi için çaba harcayan tanrılık sanatı, bir yandan da, yepyeni ve eskisinden daha etkili hastalıklar, mikroplar ve virüsler üretmektedir. Bu durum, ünlü benzetideki bataklık ve sivrisinek ilişkisinde, tıp sanatının hiçbir zaman bataklığı kurutma kudretine erişemediğini, dahası hiçbir zaman böyle bir kudrete erişemeyeceğini de göstermiştir. Gerçekten de, tanrılık sanatı, gerçek bir tanrı gibi derhal kendi zıttını, şeytanı yaratmak durumunda kalmıştır. Böylece her şey bir kısırdöngü içine hapsedilmiş ve sonsuz bir zaman dilimi boyunca insanlar tedirginlik, panik ve korkuya sevk edilmiştir. Bir hastalık karşısındaki profesyonel tıpçıların ilk tepkisinin korku ve panik yaymak oluşunun kökeninde de bu gerçeklik yatar. Tek tek sivrisineklerle uğraşan tıpçılar, bir sivrisinek türünü yok etme başarısını gösterir göstermez, onun yerini alacak, daha dayanıklı, daha dirençli ve daha ölümcül yeni sivrisinek türünün korkusuyla yaşamaya başlar çünkü. Çünkü, evrimleşmiş olan, ve atasının eksikliklerini taşımayan yeni sivrisinek türü bataklığı daha bir genişleterek, yol açtığı hastalığın etki alanını daha bir büyütür. Bu da tıpçıların daha geniş bir çalışma alanı elde etmesine ve insan yaşamında daha çok hacme sahip olmasına olanak sağlar. Bununla birlikte, tıbbın insan yaşamındaki hükümranlık alanının artışı gün be gün çok daha baş edilemez hastalıkların ortaya çıkmasına, ve görmesini bilen her göz için, bir bütün olarak insanlığın sonunu müjdelemesine sebep verir. Yani, artık tıp kurumu, basit bir hastalığın tedavi edilmesi adına nihayetinde insanların sonunu getirecek olan, çok daha vahim yeni yeni hastalıklar üretmeye yazgılanmış bir sistem çarkı halini almıştır. Profesyonelleşen ve endüstriyelleşen yaşamın içinde, tıbbın insanların yaşamını biçimlendiren en önemli faktör olmaya başlamasına paralel olarak,  sağlıklı olma hakkının yerini hastalık haklarının almasının altında yatan gerçek de budur. Çünkü artık, her insan öncelikle ya bir hasta ya da hasta olması gereken bir varlık olarak tanımlanmaktadır. Eh, genel manzaranın böyle olması durumunda, “hayatımı, sanatımı tertemiz bir şekilde kullanacağım” sözlerini içeren Hipokrat yeminini eden doktorların birçoğunun da, bir tür aristokrasi sınıfı olan “hipokrasi”ye dâhil olmalarına pek de şaşmamak gerek öyle.


  1. Illich, Ivan (1995), Sağlığın Gaspı; çev. Süha Sertabiboğlu; İstanbul: 1995, Ayrıntı Yayınları
    Yazıdaki tüm göndermeler ve alıntılar bu eserden yapılmıştır. ↩︎

Bu yazı ilk kez 23 Kasım 2009 tarihli Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır.