Perşembe, Ekim 23, 2025
Köşe yazısı

“Çürük domatesler”


Bir üne sahip olmak, tanınmak, bir ödül kazanmak, hiç yazılmamış bir şeyi yazmak… Günümüz edebiyat ortamının kösnülleşmiş nidaları…

Daima bir denetçinin nezaretinde yapılan, yazılan çalışmalar… Bir ödül kazanmak için sarf edilen cümleler… Ve nihayetinde önceden kimin alacağı pek belli olan, öyle ki ülkemizde, çoklukla açıklanması gereken tarihi dahi beklemeden açıklanan ödüller…

Kısacası Tolstoy’un Sanat Nedir? adlı yapıtında sık sık yinelediği bir benzeti: çürük domatesler. Yani, sürekli olarak çürük domates yiyen birinin bir süre sonra çürük domatesi güzel bir şey olarak görmeye başlaması durumu. Sürekli körler sağırlar birbirini ağırlar durumu. Ortada nitelikli hiçbir şeyin olmadığı, 19. yüzyıl Rus ve Fransız romanlarında yerli yersiz edebiyat ve sanat üzerine boş ve anlamsız nutuklar atan sosyete eşrafından karakterler gibi, günümüzde de, sanatla, edebiyatla ya da yazmayla hiçbir ilişkisi olmayan ödüllü, çok satan saçma sapan insanlar ortalıkta dolaşıyor. Her yıl, her yeni ödül döneminde,

“Şu, A’ya da bir ödül verelim artık, zavallıcığın hiçbir şeyi yok, yıllardır yazıyor, elde ettiği tek başarı yok.” “Evet, evet, bu sefer ona ödül verelim. Üf, amma da heyecanlandım ha, ne kadar mutlu olacak ama!” şeklinde konuşmalarla, pek bildik pek tanındık jüri üyeleri tarafından, bahşedilen, bağışlanan hediyecikler.

Abartmıyorum, yukarıdaki diyalog, bir tahminden değil bizzat tanık olduğum bir ortamdan aktarılmıştır.

Hem bu tip durumlarla karşılaşmak, neredeyse bir sıradanlık halini aldı artık. Sözgelimi, en son örneğini bir iki ay önce Birgün gazetesiyle ilişkili olarak düzenlenen bir edebiyat yarışmasında yaşananları bilenleriniz vardır. Henüz, ödülün açıklanma tarihi gelmeden, sahiplerini bulan ödüller burada da söz konusuydu. Neyse ki, ödüle vaktinden önce sahip olan kişilerin itirazı sonucunda her şey gün yüzüne çıkabildi…

***

Peki, nedir bu ödül mantığı? Okuyucuyu, peşinen belirli bir şartlanmışlığa iten, tescillenmiş bu yazma uğraşının esas bileşenleri nedir? Ne gibi sonuçlara vesile olur?

Yanıtların hepsi bir: Yazmak dışında her şey, dolayısıyla hiçbir şeydir. Fakat konuyu daha kapsamlı ele almak gerek.

İlkin, bir ödül almak uğruna kaleme alınan eserler, çalışmanın bir kişi tarafından yazılmasını değil bir kişi tarafından yazdırılmasını esas alır. Çünkü, her yarışma belirli bir konunun güdümünü ön koşul olarak koyar yazarın karşısına. Bu noktada ikinci husus da, böyle bir çalışma yapan kişinin çift-konumluluğu olarak ortaya çıkar: çalışmayı yapan kişinin konuya olan ilgisi ve de çalışmanın çalışana sağlayacağı sonuçlar. Yani söz konusu çalışma, kişinin konuya olan yaklaşımını sergilemesine hizmet etmekle birlikte, kişinin bir ödevi ya da yapması gereken zorunlu bir yayını yerine getirmek gayesine ve çoklukla da yalnızca bu gayeye —hizmet eder. Hal böyle olunca yapılan çalışmanın samimiyeti bir yana, kişinin ele aldığı konuyla bir ilgisinin olup olmadığı dahi şüpheli bir durum halini alabilir. Sonuçta ortaya konan ürün, birilerinin yani konuyla ilgilenenlerin önüne sunulmaktansa, yazanın belirli bir unvanı ya da ödülü ona bahşedecek olan denetçilerin önüne sunulur. Bu hususlar, kişinin üzerine eğildiği konuya olan yaklaşımını çok derin bir şekilde etkiler. Zira, dayatılan belirli bir üslup, beklenen zorunlu koşullar kişinin konu üzerindeki esas ilgi odağını, yazık ki, konuyla pek de ilgisi olmayan dışsal alanlara taşırır. Neticede bir denetçi için, denetlenebilecek en kolay şey çoklukla biçim üzerine kurulu yapılardır. Dolayısıyla denetlenenden ilk beklenen de bu yapılar olur. Ancak, bu yapılar hiçbir zaman için sadece bir ilk şart olarak kalmakta başarı gösteremezler, aksine bizzat en temel şartlar olma eğilimini taşırlar

Türkiye özelinde bu durum çok daha kirli bir hal taşıyor. Sözgelimi, akademik ortamda bile hakemli dergilerin hakemlerinin, söz konusu dergilerde çıkan yazıları denetlemeyi bir yana bırakın, hiç olmazsa yalapşap bir okumayı dahi yapmadıkları anlaşılıyor. Bu savıma kanıt olarak kişisel tanıklıklarımın yanı sıra konuyla ilgilenenlere söz konusu yayınların hiç olmazsa doğru düzgün bir düzeltisinin dahi yapılmadığını, bunu görmek için de hakemli herhangi bir dergiye bakılabileceğini salık verebilirim. Tanıklıklarımdan birini aktarmam gerekirse de, düzelti dışında bir örnek olarak, en son karşılaştığım durumlardan biri şu: Üniversitedeyken, Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler” adlı yapıtı üzerine yazılan bir yüksek lisans tezi bana çok iyi bir çalışma olduğu salık verilerek bir hocam tarafından verilmişti. Teze baktığımda, ilk olarak meraktan olsa gerek hangi kaynaklardan yaralandığına baktım. Ne tuhaftır ki, kaynakçasında, Dostoyevski üzerine yapılan onlarca çalışmanın adı anılmasına karşın, üzerinde çalışılan yapıt kaynakçada anılmıyordu! Anlaşılan o ki, çalışmayı yapan kişi, kendisinden beklenen şartları yerine getirdiğini göstermek pahasına, bizzat ele aldığı konunun bizzat kendisini feda etmekte pek de bir sakınca görmemişti. Öte yandan, tezin kabul edilmiş olması, bu hususun denetçiler tarafından da pek de mühim bir eksiklik olarak değerlendirilmediğine işaret etmekteydi.

Kuşkusuz, sanat okullarından çıkan insanların sanatçı olması beklenemez. Sanat okullarında nasıl sanatçı olunacağı ya da nasıl sanat yapılacağı öğretilmez çünkü. Çünkü yazma etkinliği, kişinin bizzat kendini merkeze almasından ötürü, yani kişiselliği barındırmasından ötürü, zaten zorunlu olarak öğretilemezdir. Zira böyle bir öğretim işine atılmak tam bir abeslik olur. Fakat, ödül ortamlarına hapsedilen bir edebiyat olunca söz konusu olan bu abeslik bir anlam kazanmaya başlar. Çünkü, jüride kimlerin olduğu bellidir ve onların neyi önemsediği de bellidir. Hal böyle olunca onların huyuna suyuna giden bir şeyler yazarak ödülü kapmanın yolu da bellidir. Ve işte tüm bunlar öğretilebilirdir! Haliyle sözü edilen bu abeslik, akademik ortamlara da taşar elbet. Yoksa, akademiler tarihsel evriminin günümüzdeki aşamasında nasıl yapılacağı öğretilemez olan sanatın yapılışına dair bilgiler sunmak ve bu doğrultuda sanatçılar yetiştirmek gibi bir çaba içine girişime cüretini nereden bulabilirlerdi ki?

Fakat dikkati sonuçta odaklamak gerek. işte, bir ürün vermeye yönelik entelektüel bir etkinliğin nasıl yapılacağına dair eğitim verme, ve bu eğitim sonunda bir ödüle teşvik etme ve ödül bahşetme, neticede, ortaçağ skolastisizmini anımsatır bir şekilde ortaya tonlarca kural yığmaktan başka bir başarı elde edemiyor —edemez de. Ortaya konan metinler birkaç standardın içine hapsediliyor ve en nihayetinde, artık edebiyat edebiyatçılar tarafından değil de, profesörlerce icra edilen bir etkinlik haline dönüşüyor. Gelgelelim tüm bu çabalar sonuç vermeyince de, kendi kendilerine sırayla el değiştiren ödüller kazanabilmek için, yeni yeni saçma sapan yarışmalar düzenleniyor.

Fakat, bir kez daha sonuca odaklanmak gerek; işte, ortada bulunan ödüllü yapıtlardan anlaşıldığına göre, edebiyat ürünü vermek için profesörlerin ve ödüllü yazarların edebiyatçılar kadar yetenekli olmadıkları aşikar. Zira kendileri bile birbirlerini okumaya tenezzül etmeyecek kadar değersiz buluyorlar yazdıklarını. Değersiz ama güzel! Ne de olsa hepsi birer çürük domates!


Bu yazı ilk kez 12 Temmuz 2009 tarihli Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır.