Perşembe, Ekim 23, 2025
Köşe yazısı

Özgürlüğe olan mahkûmiyet -2-


Özgürlük: ölmek fiiline öncel olmak; yaşamak.

Mahkûmiyet: yaşıyor olmakta olmak; sürekli bir şekilde bir geleceğin önünde bulunmak.

Son’un belli olduğu, fakat son’un kendini gerçekleyeceği anın belirsiz olduğu bir sıkışmışlığın adı: insan.

Kendini kendi elleriyle var etmesi sonucunda tükenen, henüz kaynağında iken aşırı bir sıcaklığa maruz kalıp kuruyan bir yapı: insan varlığı.

Israrla ne olduğunun peşinde koşmanın sonunda, aranan hedef elde edilir edilmez tam bir hayal kırıklığı içine düşülür. Çünkü elde etme (avoir), kimseyi sükûnet içerisindeki tatlı bir uykunun rahatlığına kavuşturmaz. Yaşam devam eder. Başta aranan şey ona sahip olunduğu an yiter ve koşmaya devam edilir.

Esasen her şey başlangıç noktasında, insan olmada, apaçık bir şekilde ortadadır. Bir geleceğin öncesinde bulunuyor olmak, bir geleceğe doğru yol almak zorunda olmak, bizzat olma’da (être) bir yarığın içine düşerek bir anlamda olmamadır. Yani henüz olmama durumunda olmak, başka bir deyişle olmakta olmak, oluşmaktır.

Şu halde insan, nitelikleri ve özellikleriyle kuşatılmış bir halde, donuk bir yapının belirlenmiş güzergâhında yol almaz. Yani insan bir şey değildir, ancak bir şey olacak olandır ve bu da ölümle sonlanacak olan serüveninin bitimine değin kesintisiz bir şekilde devam edeceği haldir.

İşte bu hal, insanı, ontolojik varoluşu tarafından içine atıldığı bir etik alana mahkum eder: özgürlüğe. Böylece “Ne yapmalıyım?” sorusu, insanın kaçınılmaz bir yükümlülüğü olarak üzerine yüklenir. Çünkü “ne yapmalıyım?” diye sorabilen bir varlık olarak, yapmakta olduğum şeyden farklı bir yapabilme özgürlüğüne sahibimdir. “Ne yapmalıyım?” diye sorabiliyorsam, şu an yapmakta olduğum şeyden farklı bir şey yapabilirim, ve benzer bir şekilde şu an olmakta olduğum şeyden farklı bir şey olabilirim demektir. Şu halde, ben, kendi oluşumu bizzat kendi adıma kendim olarak seçen, kendi kendimi var eden, biçimleyen ve olumlayan bir varlığım. Bu konum içerisinde bulunuyor olmam, şunu açık bir şekilde ifade eder ki, beni belirleyen ilke öncelimde değil sonralımda bulunuyor demektir. Yani ben, ne olduğu belli olan bir yapıntı değil, ne olacağı belirsiz olan bir atık bulunurum evrenin içinde.

Fırlatılmışlık: Adeta amacı olmayan bir çocuğun elindeki sapanla ortalığa öylesine fırlattığı bir taş gibi yeryüzüne fırlatılmış olmak. Bu durumda nereye düşüldüğünün bir önemi yoktur, ne de olsa öylesine, amaçsız ve ereksiz bir fırlatılışın sebep verdiği bir düşüş söz konusudur. Bununla birlikte ne olunduğunun da bir önemi yoktur, ne de olsa olmakta olunan bir hal içine düşüldüğünden her durumda bir başka şey olunabilir. Fakat ne zamanda olunduğunun bir önemi vardır. Çünkü insan zamansal bir varlıktır.

Peki, ama sadece ve sadece bir şimdinin içinde hareket edebilen bir varlık olarak, kişi kendini nasıl gelecekte var edebilir? Eğer gelecekte bir şey olunacaksa, niye bir şimdinin içine hapsedilmiş ve özgürlükle kelepçelenmiş bir haldedir insan? Yanıtı olamayan bir sorudur bu, daha da önemlisi yanıtını hiçleyen bir sorudur. Ve esasında böyle bir soru bir kaçış, bir kendini aldatmadan başka bir şey değildir. Çünkü, neticede, içine düşülen halin, varoluşun benden sakladığı, ya da bana kapılarını kapadığı hiçbir şey yoktur. Her şey göründüğü gibidir. Ve esas olan, elde etmenin getirdiği bir duruş noktası, bir son ya da bir bilinmeyene ulaşma değil, her şeyin kişi tarafından belirlendiği, dahası var edildiği bir alandan menkuldür. Bu bir yükümlülük durumudur. Bilinçli bir varlık olarak, bilinçle ilişkilenen bir varlık olarak, seçebilen, eyleyen ve yapmaya muktedir olan hiçliğimle, bizzat her yaptığımın sorumluluğu kendi üzerime düşer, ve bununla da kalmayıp eylediğim her seçim hem kendi adıma hem de her şey adına bir seçmedir. Yani, seçimlerimle yalnız kendimi değil, bütün bir insanlığı ve bütün bir evreni de kucaklarım. Onları da bu seçimime maruz bırakır ve böylece onların seçimlerine maruz kalma trajedisini yaşarım.

Şu halde, özgürlükle yoğrulmuş bir hamur olarak, kendini kendi elleriyle kendi olarak var ettiği, bununla birlikte zaten varolan bir varlık olarak, tüm evrenin kendinden ve kendinin de tüm evrenden ibaret olduğu bir birlikteliğin ortasına atılmış bir halde bir bilinç ve olma serüveninin öyküsünü oluşturmak için yapılacak seçimler, bir tohum gibi gerekli düzenlemeler sonunda ne olacağı belli olan bir yaşamanın imkânsızlığını tanıtlar.

Öyleyse her şeye, sadece insana özgü olan bu varolma konumunu, bu her şeyin üzerine çullandığı özgürlük mahkûmiyetini, varlıkta bir ayrışmanın, yani özgürlüğe mahkûm olanlarla olmayanların ilişkilerini sorgulamakla başlamak gerekir.


Bu yazı ilk olarak 28 Haziran 2009 tarihli Başkent Gazetesinde yayımlanmıştır.